Neden vergi ödüyoruz?
Birçoğunuz hatırlarsınız, Maliye Bakanlığının çok eskiden ‘Bir alışveriş bir fiş’ sloganı ile TV’lerde yayınlattığı kamu spotlarında; “Ödenen her kuruş verginin halka hizmet olarak geri döneceği” propagandası yapılıyordu.
Sonra devir değişti. 12 Eylül darbesiyle ve ANAP iktidarıyla başlayan, DYP ve AKP iktidarıyla devam eden süreçte; “24 Ocak Kararları”, “Yapısal Reformlar”, “5 Nisan Kararları” ve “Neoliberal Ekonomi” gibi sahte kurtuluş reçeteleriyle dayatılan özelleştirme uygulamalarıyla birlikte kamucu ekonominin tamamen tasfiyesi sonucunda, devletin gelir getiren tüm kamu kurum ve kuruluşları yerli ve yabancı sermayeye peşkeş çekildi.
Sonra da devletin tüm ekonomik faaliyetlerine son vererek ülkeyi iflasa sürüklemek sanki iyi bir şeymiş gibi, dönemin Başbakanı Tansu Çiller; “son sosyalist devleti de yıktık” diye yaptıklarıyla övündü.
Fakat bunun sonucunda; halkın eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, ulaşım ve barınma gibi ihtiyaçları için hizmet sunabilmek amacıyla devletin elinde vergiden ve başta IMF olmak üzere uluslararası tefecilere borçlanmaktan başka seçenek kalmadı.
Bu nedenle, bugün emeğiyle ve alınteriyle yaşamını sürdürmeye çalışan tüm yurttaşlar; ekmeğe, suya, iğneden ipliğe her şeye vergi ödüyoruz.
Ancak, ödediğimiz vergiler ‘yol, su, elektrik, eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik hizmeti’ olarak geri dönmüyor. Paran varsa temel kamu hizmetlerinden yararlanabilirsin. Paran yoksa canın cehenneme!
Vergi adaleti nasıl sağlanır?
Maliye Bakanlığına bağlı çeşitli birimlerde görev yaptığım dönemde bizlere verilen mesleki eğitim ve seminerlerde vergiciliğin; “kazı bağırtmadan yolma sanatı olduğu” anlatılırdı.
Geçmişte ve günümüzde devleti yönetenlerde hakim olan bu anlayış, yani yurttaşları “yolunacak kaz gibi görme” anlayışı yüzünden; emekliler ve tüm emekçi yurttaşlar ağır zamlar ve dolaylı vergiler altında ezilirken; döviz ticareti, borsa faaliyetleri, faiz gelirleri, altın, pırlanta ve her türlü mücevherat alım satımı ülkemizdeki vergi kayıp ve kaçağının en fazla olduğu sektörlerin başında gelmektedir.
Vergi uygulamalarında tüketim harcamaları değil, ticari faaliyetlerden elde edilen kazanç ve gelirler esas alınmalıdır. ‘Az kazanandan az, çok kazanandan çok vergi’ ilkesine göre, vergi uygulamaları ‘Tabana’ değil, ‘Tavana’ yayılarak vergi adaleti sağlanmalıdır.
Çalışanların maaş ve ücretlerinden alınan gelir vergisi oranı düşürülmelidir. Hisse Senedi, Döviz Alım Satımı, Menkul Kıymetler Borsası ile Kuyumculuk ve Tefecilik faaliyetlerindeki vergi kayıp ve kaçakları önlenmeli, yerli ve yabancı holdinglere yasalarla tanınan Kurumlar Vergisi istisnaları kaldırılarak gerçek vergi adaleti sağlanmalıdır.
Temel gıda maddeleri ile elektrik, su ve doğalgaz faturaları üzerinden alınan KDV kaldırılmalıdır.
Kayıt dışı istihdam engellenerek vergi ve SGK prim kayıpları önlenmelidir. Böylelikle kayıt dışı çalıştırılan emekçilerin de sosyal güvenlik şemsiyesi altına alınarak güvenceli çalışmaları sağlanmalıdır.
Ekonomik krizin ve bütçe açığının sorumlusu işçiler, memurlar ve emekliler değil; vergi borçları silinen yandaş müteahhitler, emlak ve inşaat patronları, tefeci bankerler, döviz tüccarları ve borsa simsarlarıdır. Faturayı emekçiler ve emekliler değil, krizi yaratanlar ve krizden zenginleşen patronlar ödemelidir.
Halkın ödediği vergilerden karşılanan milyarlarca liralık Hazine yardımlarını kullanarak siyasi faaliyetlerde bulunan ve halkın oyuyla iktidara gelen siyasi partiler; iktidar olduklarında T.C. Anayasası’nın 2. Maddesinde yazılı olan; “Adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı sosyal hukuk devleti” olma gereğini yerine getirmekle yükümlü olduklarını asla unutmamalıdırlar.
Son söz olarak; yurttaşları yolunacak kaz olarak görme anlayışı terk edilerek; ödediğimiz her kuruş vergi, yol, su, elektrik, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, ulaşım ve barınma hizmeti olarak geri dönmelidir.