Hızla derinleşen bir ekonomik krizin ortasındayız. Dünyada enflasyonun en yüksek olduğu ülkelerden birisiyiz.
Şu an fiilen savaşta olan ülkelerin enflasyonu bile bizimkisinin yanında hiçbir şey.
Neredeyse her yeni güne yeni bir zam haberi ile başlıyoruz.
Gıda, giyinme, barınma, ulaşım, iletişim… Her alanda çıldıran fiyatlar el yakıyor.
Paramız pul oluyor, emeğimiz değersizleşiyor.
Her geçen gün biraz daha kötüye giden perişan hâlimizin sebebine dair fikirler muhtelif.
Kimileri yolsuzluklara bulaşan siyasetçileri mesul tutarken, kimileri açgözlü olmakla suçladığı esnafı, iş adamlarını hedef tahtasına oturtuyor.
Kimileri felâketimizin sebebini, bir süper güç olarak yeniden dünya sahnesine dönüşümüzü engellemeye çalışan “dış güçlerin” komplolarında arıyor, kimileri için asıl sebep, halkın iliğini kurutma pahasına kendilerine ve yakın çevrelerine servet transferi yapan “iç güçler”.
Kimileri asıl problemi nepotizmde, liyakatsiz atamalarda ve yöneticilerin kifayetsizliğinde görüyor, kimileri aramızda dolaşan milyonlarca vatan haini, ajan yahut teröristin gelişmemizi sabote ettiğine inanıyor!
Sağcı, solcu, komünist, Kemalist, İslamcı fark etmeksizin, biraz daha sofistike düşünebilenlerin üzerinde ittifak ettikleri günah keçisi ise “neoliberalizm”.
Araştırma, okuma, eleştirel düşünme tembeli pek çok insan, neoliberalizmi “bütün kötülüklerin anası” makamına oturtup kendini rahatlatırken bir çeşit entelektüel tatmin yaşıyor.
Aslında çöküşün sebebi olarak neoliberalizmi ilk işaret eden parmaklar, kendi özgürlük ve refah iddialarından vurulmuş, iddiaları boşa çıkmış, liberal kapitalist sistem karşısında yenilip köşelerine çekilmeye mahkum olmuş komünistlerin parmakları.
Diğerleri, onların kalıplaşmış eleştirilerini -çoğu zaman papağan misali- tekrarlamayı “düşünmek”, “fikir sahibi olmak”, “orijinal bir itiraz yükseltmek” sanıyor.
Bu çok geçerli sanılan eleştirilerin ıskaladığı, görmezden geldiği yahut mahsus üstünü örttüğü olgular var.
Neoliberalizmin son yarım yüzyılda, ekonomik düzenin yapı taşlarını küresel ölçekte yeni baştan dizdiği doğru.
Özelleştirme, devlet regülasyonlarının azaltılması, serbest ticaretin teşviki, küreselleşme ve finansallaşma ile karakterize olan neoliberal politikaların, tüm ülkeleri az ya da çok etkilediği de doğru.
Fakat neoliberalizmin -bir süreliğine olsa bile- kitleler için refah, konfor ve özgürlük ürettiği de doğru.
Ülkemizin seksen darbesi sonrasının karanlığından biraz da neoliberal politikaların yardımıyla çıktığı söylenebilir.
Sosyalist kutbun lideri SSCB, büyük bir çatırtıyla çöküp hak ile yeksan olurken merkezi planlama ve piyasanın sıkı kontrolüne dayalı bir ekonomik anlayışın artık ciddiye alınması mümkün değildi.
Devletin her şeye müdahale ettiği, bin türlü suistimale ve istismara kapı aralayan ekonomik düzenden uzaklaşarak biraz nefes almıştık.
Fakat Türkiye’de devlet -o dönemde azıcık perde arkasına çekilir gibi olsa da- ekonominin ana aktörü olmayı hiç bırakmadı.
Gücü, devleti, iktidarı neredeyse tanrıyla eşitleyen toplumsal zihniyetimizin değişivermesi öyle kolay bir mesele değildi.
Saman alevi misali parlayıp sönen neoliberalizmden mülhem politikalar yerini çok kısa süre içinde ahbap çavuş kapitalizmine bıraktı.
Ne gerçek bir piyasa serbestisi, ne âdil rekabet şartları, ne de devletin ekonomiye müdahalesinin sınırlandırılması başarılabildi.
Beka tehlikesi öcüsü, devletin her daim serbest piyasaya müdahale etmesinin anahtarı oldu!
Yani Türkiye hiçbir zaman gerçek anlamıyla neoliberal bir anlayışla yönetilmedi!
O yüzden bugün yaşadığımız çöküntünün faturasını neoliberalizme çıkartmak anlamsız!
Geldiğimiz noktadan bakınca neoliberal anlayışı benimseyen politikacıların küresel ölçekte vaat ettikleri refah ve istikrarı belli bir noktadan itibaren sağlayamadıkları, hatta bunu yapacağız derken toplumsal eşitsizliği, adaletsizliği ve çevresel tahribatı derinleştirdikleri söylenebilir. Ama Türkiye’deki kötü gidişi doğrudan neoliberal politikaların bir neticesi olarak görmek çok eksik, kusurlu ve hatalı bir analiz olacaktır.
Kaynak: Salih Cenap Baydar / Karar