AKP’li Şebnem Bursalı’nın görgüsüzlük örneği paylaşımındaki ıstakoz tabağı, bir zamanlar 10 bin tona yakın ıstakoz ihraç eden bu ülkenin “takoz” siyaset anlayışı yüzünden doğal kaynak yönetimindeki beceriksizliğimizi de anımsattı…
Gelin ben bugün size Şebnem Bursalı’nın yediği ıstakozu değil, Türkiye’nin iç sularında doğal olarak her yıl binlerce ton avlanıp ihraç edilerek milyonlarca dolar kazanç sağlayan tatlı su ıstakozunun nasıl yok edildiğini anlatayım…
Doğal kaynak yönetmeyi beceremeyen “takoz” bir anlayışın öyküsüdür bu…
Isparta’daki Eğirdir Gölü, Beyşehir Gölü’nün ardından ülkenin en büyük ikinci tatlı su kaynağı. Aynı zamanda önemli bir su ürünleri üretim merkezi. Eğirdir Gölünde 1980’li yılların ortalarına kadar yılda ortalama 2 bin ton civarında tatlı su ıstakozu avlanıyor, Avrupa, ABD ve Japonya’ya ihraç ediliyordu.
Halk ‘Takoz’ diyerek avlayıp satıyordu
Eğirdir Gölü’nde olduğu gibi Türkiye’nin iç sularında yaşayan bu tatlı su ıstakozu, Doğu Avrupa Kereviti (Astacus leptodactylus) olarak biliniyor. Yöre halkı kısaca “takoz” olarak anıyor.
Afyon, Denizli, Konya, Isparta, Bursa göllerinde yılda 8 bin ton civarı avlanıyordu. Eğirdir’deki ıstakoz avcılığı gölü çevreleyen köylerdeki yüzlerce balıkçı ailesinin geçim kaynağıydı. Ürününü kooperatif aracılığı ile satıp Gelendost’taki Cuma pazarına giden bir balıkçı, haftalık “harç görme” dışında karısının koluna bir de burma bilezik alıp, bıyıklarını bura bura evine dönüyordu.
Istakoz ekmeği kokan sokaklar
Eğirdir’deki ıstakoz avcılığı önemli bir sektör yaratmıştı. Eğirdir ilçesi ve Isparta kent merkezindeki fırınlarda ıstakoz avcılığı için yem olarak kullanılan ekmekler üretiliyor, sokaklar kepekli unlardan yapılan ve pişirildikten sonra fırınların önünde dizilen ekmeklerin kukusuyla şenleniyordu.
Tıpkı Eğirdir gibi, Beyşehir Gölü de doğal bir ıstakoz üretim alanıydı. Beyşehir’de de yüzlerce balıkçı geçimini sazan ve ıstakoz gibi ticari değeri olan su ürünlerini avlayıp satarak sağlıyordu. Doğal kaynaklar iyi yönetildiğinde ve müdahale edilmediğinde bereket sağlıyordu.
Hatalı müdahaleler gölleri hasta etti
Ancak 1950’lerden sonra göllere yapılan müdahaleler, hatalı balıklandırma “aşılamaları” ve insan kaynaklı baskılar yavaş yavaş sonuç verdi ve 1980’lerin ortasında bereket yıkıma dönmeye başladı. 1985’te iç sularda çıkan kerevit vebası, bu türün hızla azalmasına neden oldu. 1984’te Eğirdir Gölü’nde 2 bin ton olan kerevit üretimi, 1985’teki hastalık sonrası neredeyse sıfır noktasına gerilemişti.
1990’lardan sonra yeniden canlandırılması için çabalar sürse de göl de üretim de bir daha eski günlerine dönemedi. Üstüne müdahaleler de arttı. Çevresine inşa edilen göletler, tarımsal amaçlı aşırı su alımı ve çeşitli baskılar Türkiye’nin birçok gölü gibi Eğirdir Gölü’nü de sakat bıraktı. Bir zamanlar çevresine bereket, koynundaki canlılara yaşam sunan göl, şimdilerde yatağında ölümü bekleyen ağır bir hasta gibi. Eğirdir Gölü’ndeki su kaybı, kritik eşiği çoktan aşmış durumda. Türkiye’de doğal kaynakların yönetimindeki “siyaset odaklı” popülizm, aşılması gereken en büyük sorunlardan biri.
Istakoz, tüketenler için ucuz protein kaynağıydı
Göller, nehirler yapboz tahtasına dönerken büyük bir biyolojik zenginlik de cahilce yok ediliyor. Bu ıstakozlar, Eğirdir Gölü’nün doğu kıyısındaki Sorkuncak köyünün balıkçıları tarafından avlanmış. Bir zamanlar öylesine bereketli bir göldü ki, komando birliğinde askerlik yapan kentli gençler çarşı izninde kilolarca ıstakozu gazoz parasına satın alıp, biraz soğan, biraz maydanoz ve tuz ile tenekede haşlayıp yerdi. En ucuz yoldan protein ihtiyacını giderebiliyordunuz. Bizim halkımız ıstakoz gibi ürünleri çok tüketmese de tüketen az sayıda insanımızın anılarında halen canlıdır Eğirdir Gölü’nün ıstakozları…
Kurutulan gölleri ıstakoz tabağı kadar tartışabilseydik
Şebnem Bursalı’nın görgüsüzlük örneği paylaşımı üzerinden gündeme gelen ıstakoz, aslında Türkiye’nin iç sularında yitirilen büyük bir kazanç kapısıydı. Siyasi gündemin kısır tartışması halkı kutuplaştırıp kamplara ayırırken, bu gerçeği hep ıskalıyoruz. Bu kısır döngü böylece sürüp gidiyor. Türkiye’de iç suların neden çölleştiği, son 50 yılda Marmara Denizi büyüklüğündeki sulak alanın nasıl yok edildiği, dünyaya ihraç ettiğimiz ıstakozun neden tükendiği AKP’li Şebnem Bursalı’nın ıstakoz tabağı kadar tartışılsaydı sonuç daha farklı olurdu. İstedikleri tek şey işte bu kutuplaşma.
Bu ülkede ıstakoz yemek için Monaco’ya gitmeye gerek yoktu
Bütün beceriksizliklerini, ikiyüzlü siyasetlerini ve bu ülkenin benzersiz coğrafyasını, doğal mirasını bu kutuplaştırma siyasetinin arkasında gayet güzel bir şekilde yağmalayabiliyorlar. Bu ülkede ıstakoz yemek için Monaco’ya gitmek gerekmiyordu. Bu ülkenin gölleri, denizleri doğal bir ıstakoz tarlasıydı. Üstelik tarlayı sürmeden, tohum atıp çapa yapmadan size her yıl ürün veren bir tarlaydı bu. Tek yapmanız gereken bu tarlayı korumak ve onun planına uymak. Zamanı gelince sadece avucunuzu suya daldırmanız yeterliydi, her zaman size bereketini sunmaya hazır bir coğrafya vardı elinizin altında.
Birçoğunuza şaşırtıcı gelebilir ama bugün ülkenin en önemli ıstakoz üretim merkezlerinden biri, Elazığ. Doğal gölleri hasta ettik, yorduk ama 1990’lardan itibaren Elazığ’daki baraj göllerinde üretilen ıstakozlar, Fransa’nın da içinde olduğu Avrupa ülkelerine satılıyor.
Bu güzel ülkenin doğasına “takoz” koyanların siyaset anlayışı yüzünden durmaksızın cambaza baktırıyorlar insanımızı. O takozu çektiğimizde, bu ülkenin coğrafyası da insanı da nefes alıp dirilecek…
Kaynak: Yusuf Yavuz / VeryansınTV