«Siyonist soykırımdaki ikiyüzlülüğü, Batı’nın sömürgeci ve ırkçı politikalarının gerçek doğasını ortaya çıkardı. Bir daha asla, ne medyada ne de gerçekte, tekrarlayıp durdukları iddia ve savlarına destekçi bulabilirler.»
Buseyna Şaban
YDH- Buseyna Şaban, el-Meyadin için kaleme aldığı yazısında, kadınların özgürleşmesini Batı’nın içi boş idealleriyle eşitleyen çarpık anlatıya cesaretle karşı çıkarken karmaşık kültürel ikilemleri Batı’nın kopukluğu ve yüzeyselliği merceğinden ele almanın derin bir cehaleti ortaya çıkarmak olduğunu ileri sürüyor. Şaban, ‘demokrasi, diyalog, kimlik’ gibi kavramlarla birlikte Batılı kadın özgürlüğü kurgularının doğası gereği kusurlu olduğunu ve ulusların kendi yönetimlerini oluştururken benimsedikleri çeşitli kültürel ve tarihsel gerçekliklerin zengin dokusundan kopuk olduğunu savunuyor. İçinde bulunduğumuz hiçlik şöleninin itici gücü olan, yanlışlığı ve eksikliği düşünce tarihinde defalarca kez tecrübe edilmiş Batılı değerlerin ve Batı’nın bu sabuklamaları empoze etme çabasının, derinlemesine yerleşmiş kimlikler ve amansız özgünlük arayışı karşısında bocalamaya mahkum olduğunun vurgulandığı makalede, gerçek gücün niçin kendilerine dayatılan anlatıları kararlılıkla reddedenlerin elinde olduğu, Filistin ve Lübnan’da gerçek yüzü ortaya çıkan Batı’ya ve kurgularına artık neden ehemmiyet verilmemesi gerektiği açıklanıyor.
Hangi olay dikkatleri, seçmenleri belirli bir adayı desteklemeye ikna etmek için yoğun çaba sarf eden Amerikan seçim kampanyasından uzaklaştırabilir ki? Ne kadar önemli olursa olsun herhangi bir olayın, Beyaz Saray için mücadele eden iki ana parti arasındaki hararetli rekabetten daha fazla medyada yer alması zordur. Hollywood filmi gibi, adı da “Amerikan Demokrasisi”.
Asıl sürpriz, üniversite kayıtlarına ve eski kocasının ifadesine göre, psikolojik sorunları olan İranlı bir öğrencinin, üniversite koridorlarından birinde soyunup tesettürlü ve mütevazı giyimli öğrencilerin arasında yürüyerek medyada yer alma hedefine zahmetsizce ulaşması oldu. Bu olay meydana gelir gelmez, Batı medyası alelacele, üstelik aptalca bir şekilde bu olayı İranlı kadınların İslami kıyafet kurallarına karşı önemli bir başkaldırısıymış gibi, sanki İran’ın kendi içinde muazzam bir şey oluyormuş gibi yansıtmaya başladı.
Başörtüsü ya da çarşaf konusundaki tutum ne olursa olsun, Batı’nın bu utanç verici ve açıkça kınanması gereken olaya verdiği tepkiler tek bir şeyi ortaya koymaktadır: Batı, kadın özgürlüğünü metalaştırmaya devam ediyor; kadın haklarına ve onuruna saygı konusunda sözde üstünlüğüne dair tekrarlanıp duran yanlış bir anlatıyı desteklemek için kadınların bedenlerini ucuz bir şekilde sömürüyor. Bu sömürü, Batı medyasının 1970’li yılların başında, kadınların dış görünüşte alçakgönüllülük ilkelerinden sapmalarını, özgürleşmenin ve kadın-erkek eşitliğinin temel koşulları olarak ‘dış görünüşte değişimi’ işaret ederek teşvik etmeye başladığı anlatının aynısıdır.
Bu şüpheli Batı kavrayışında, tüm insanlık deneyiminden bir sapma vardır; Afrikalı ve Asyalı kadınlar yüzyıllardır erkeklerle yan yana çalışmış, kabilelerinde, topluluklarında ve şehirlerinde prestijli pozisyonlarda bulunmuş, Palmira Kraliçesi Zenobiya, Şecarat el-Durr, ilk edebi salonu kuran Sakine bint el-Hüseyin, Vallada bint el-Mustakfi ve diğerleri gibi yönetici olma noktasına kadar gelmişlerdir. Dünyanın her köşesinde, bu kadınların hiçbiri ya da toplumlarındaki herhangi bir kadın varlıklarını kanıtlamak için bedenlerini sergilemek zorunda kalmamıştır.
Batı tarafından sürekli eleştirilen İslami örtünme biçimi bir yana, tarih boyunca kadın imgelerine bakıldığında Avrupalı, Asyalı, Arap ve Afrikalı kadınların giydikleri kıyafetleri tamamlayan başörtülerini benimsedikleri görülmektedir. Meselenin özü, Gazze soykırımındaki katılımcı rolünün dünyaya ifşa olduğundan habersiz Batı’nın, kendi fikirlerini ve modelini medya aracılığıyla dünyanın geri kalanına dayatmak için büyük çaba sarf ettiği ve kendi nesebi geniş kavramlarını ve çıplaklık yöntemini halklara empoze etmeye çalıştığıdır.
Batı’nın Soğuk Savaş sonrasında yaydığı ve ABD’yi dünyada hiç kimsenin onsuz yapamayacağı bir ülke, tepedeki parlayan şehir ve özgürlüğün sembolü olarak gösteren sahte medya imajı, artık ABD politikalarının yıkıcı sonuçlarını yaşayan insanların zihnindeki imaj değildir; buna gençleri masraf baskısı, düşük gelir, para ve zaman eksikliği nedeniyle aile kuramayan Amerikan halkının kendisi de dahildir.
Amerikan vergi mükelleflerinin milyarlarca dolarının Ukrayna’daki savaşı körüklemek için harcanması ve Siyonist varlığa her geçen gün daha fazla Arap çocuğunu öldürmesi için en yeni silah ve mühimmatın sağlanması suretiyle kamu fonlarının dış savaşlarda çarçur edilmesi nedeniyle mali sıkıntı yaşayan Amerikan halkının genelinin hissettiği budur.
Bu arada, yönetimin dünyaya sattığı imaj da, savaşları ve çatışmaları ateşleyerek ve Amerikan kaynaklarını sömürerek servetlerine servet katan ve milyarlar kazanan yüzde beşlik zevatın imajıdır.
Afganistan, Irak, Libya, Yemen ve son olarak Gazze ve Lübnan savaşları ABD’nin gerçek yüzünün ortaya çıkmasını sağladı. Milyonlarca insanın hayatını yok etmeye hevesli olan bu yüz kibirli ve kana susamıştır.
Ancak Siyonist varlığın, başta ABD olmak üzere tüm Batılı ülkelerin sınırsız askeri, mali, medya ve siyasi desteğiyle Filistin ve Lübnan’daki masum sivillere karşı bir yılı aşkın süredir yürüttüğü soykırım savaşı, ABD’nin dünyadaki siyasi ve ahlaki konumu açısından bardağı taşıran son damla oldu. ABD’nin uluslararası sistemin bozulmasında ve Birleşmiş Milletler ile Güvenlik Konseyi’nin ölümleri, yıkımı ve savunmasız sivillere yönelik Batı ablukasını durdurma görevlerini yerine getirmelerini engellemede utanç verici bir rol oynadığı ortaya çıktı.
ABD’nin adaleti sağlamanın, halkların anavatanlarındaki haklarını güvence altına almanın ve kimliklerini, bağımsızlıklarını ve vatandaşlarının kendi topraklarında özgürce yaşama onurunu güvence altına almak için onları savunmanın önünde zorlu bir engel olarak durmasındaki utanç verici rolü de ortaya çıktı.
Eğer bu kontrollü ve Siyonistlerce finanse edilen Batı medyası ve Siyonistlere yakın Batılı rejimler kadın hakları konusunda endişeliyse, evleri gece gündüz bombalanan Filistinli kadınların onurlu bir yaşam sürme hakkı söz konusu olduğunda neredeler? Gazze’de ırkçı nefretle dolu vahşi askerler tarafından karınları deşilen hamile kadınlar söz konusu olduğunda Batılı rejimlerin ‘endişeleri’ nerede? İsrail askerlerinin her gün ve her saat kendilerine uyguladığı dehşeti, işkenceyi ve aşağılamayı avukatlarına anlatan tutuklu Filistinli kadınlar söz konusu olduğunda Batılı rejimler ve onların zincire vurulmuş medyası nerededir? Filistinli kadınlar aşağılanıyor, işkenceye maruz kalıyor, hem de haklarında hiçbir suçlama olmaksızın, sadece topraklarını, evlerini ve çocuklarını yılmadan savundukları için! Peki, çocuk hakları konusunda sürekli övünen Batı, Filistinli çocuk tutuklular söz konusu olduğunda nerede?
İngiltere’nin Birleşmiş Milletler’deki temsilcisi, ülkesinin “Kadın, Barış ve Güvenlik” gündemi kapsamında kadınlara öncelik verdiğini iddia ederken, Batı’nın Gazze’ye yönelik Siyonist soykırımdaki ikiyüzlülüğünün Batı’nın sömürgeci ve ırkçı politikalarının gerçek doğasını ortaya çıkarmasının ardından artık kimsenin bu sözlere inanmadığının farkında bile değil.
Batı’nın tek amacının dünya halklarının, özellikle de Arap ulusunun kaynaklarına hükmetmek, zenginliklerini yağmalamak ve topraklarına yerleşmek olduğu açıkça ortaya çıkmıştır. Ancak bu ifşaat sadece Batı’nın saldırganlık, işgal, öldürme ve soykırıma verdiği destekten ciddi şekilde etkilenen Arap halklarımızı ilgilendirmemektedir. Bu ifşaat, bir ölçüde Batılı halkları, özellikle de İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırısına karşı vicdanları uyanan genç kuşağı ve üniversite öğrencilerini de ilgilendiriyor.
Acımasızca bastırılmadan ve susturulmadan önce ölümlere, adaletsizliğe ve yerinden edilmeye karşı mevcut tüm araçlarla ayaklandılar. Devam eden acımasız soykırım suçlarını reddettiklerini ifade etmek için buldukları ilk fırsatta Demokratları bu seçimlerde yenilgiye uğratanlar da gençliktir.
Analizler, ABD’de ilk kez oy kullanan Amerikalı gençlerin, yeni yönetimin bölgedeki durumla ilgili gelecekteki duruşu ne olursa olsun, oylarını Demokratlara vermediklerini doğrulamaktadır. Mesaj açık: Tarih boyunca son söz halkalara aittir. Siyonist eğilimli kibirleri yöneticilerin kaprisleri gözlerini ve kalplerini bu yerleşik gerçeğe karşı kör etse bile, bu durum meselenin özünü değiştirmez.
Kadını metalaştıran şüpheli Batılı kadın özgürlüğü kavramlarının üzerine gölge düşüren felaketlere ek olarak, Batılı demokrasi kavramları, örneğin dünya medeniyetlerinin kültürü, tarihi ve gelişimiyle hiçbir ilişkisi olmayan Batılı liberal demokrasi fikri de birçok ulusun isyan ettiği yanlış kavramlardır. Bu uluslar Çin, İran, Malezya, Endonezya ve diğerlerinin yanı sıra Latin Amerika ve Afrika’daki ülkeler gibi kendi yönetim sistemlerini geliştirmişlerdir. Halkların, ahlaki ve siyasi olarak çökmüş olan Batı propagandası ve hegemonyasından bağımsız olarak, kendi ihtiyaç ve isteklerine uygun olana göre seçim yapacakları açıktır. Batı, hem medyada hem de gerçeklikte, onlarca yıldır dünyanın kulaklarına tekrarlayıp durduğu iddia ve savlarına bir daha asla destekçi bulmayı başaramayacak.
“Kurallara Dayalı Düzen” gibi aptalca ifadeleri yeniden gözden geçirmek ve Netanyahu’nun kana susamış rejimi gibi terörist bir oluşumu para ve silahla destekleyerek Filistinlilerin ve Lübnanlıların meşru müdafaanın gerçek özünü ve kavramını temsil ettiği bir zamanda ‘meşru müdafaa’ yalanını sürdüren acımasız politikalarını yeniden değerlendirmek için kendi üzerine tefekkür etmek ve ciddiyetle eleştirel düşünmek yerine, Batı bir kez daha toplumlarımızdaki şehitlik değerinin yanı sıra onur, asalet ve tevazu değerlerini değiştirmek için umutsuz girişimlerde bulunuyor. Değerlerimiz, nesillerimizin DNA’sına işlemiş olan ve gurur duyduğumuz kavramlardır.
Çıplaklık ve ahlaki çöküş kavramlarını ve davranışlarını yayarak, “kendini kurtarma” ve “maddi zenginlik, kaygısız bir yaşam, ben öldükten sonra tufan kopsun” gibi başarısız ifadeleri ve medeniyetimizle veya insan uygarlığının zengin tarihiyle hiçbir bağlantısı olmayan tüm bu yanlış yönlendirilmiş kavramları kullanarak toplumlarımıza sızmaya çalışmaktadır.
Mahmut el-Besel, Hüsam ebu Safiye ve yoldaşlarının şehit edilişini gördükten sonra kameralarını halklarına yönelik yeni bir saldırıyı belgelemek ve dünyaya duyurmak için çeviren onlarca gazeteciden utanmıyorlar mı? Yetmiş yıldır davasını taşıyan, diyar diyar dolaşan, açlıktan ve susuzluktan ölse bile kutsal topraklarını terk etmeyi reddeden ancak Siyonist saldırganın ya da denizlerin ötesinden gelen yabancının bedeninin üzerinden geçmesine izin vermeyen o mülteciden utanmıyorlar mı?
İnsan uygarlığının tarihinin seyrini değiştirmek için umutsuz girişimlerle yayınladıkları tüm şüpheli ve başarısız kavramlar, kutsal kimlik kavramını ve bu kimliğe olan asil, kararlı ve tarihsel bağlılığı, ne pahasına olursa olsun, hakikat galip gelene ve batıl yok edilene kadar değiştirmeyecektir.
Kaynak: YDH