Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, geçtiğimiz günlerde Rusya-Ukrayna savaşı ve yaşanan küresel gerilimlere değindiği açıklamasında, “Burada nükleer bir risk var mı? Açıkçası, nükleer adı konuşulmaya başladığı andan itibaren nükleer risk oluşur. Adam şunu söylüyor: ‘Siz benim topraklarımın içerisinde benim tolere edebileceğimden daha fazla füze ve saldırı yaparsanız, elimdeki araçlarla olmuyorsa diğer bir üst aracı kullanırım.’ Bunu açıktan söylüyor. Bu bir şaka değil. Karşı taraf ise ‘Senin elinde nükleer silah var, beni nükleerle tehdit ediyorsun diye istediğin yeri işgal etmene izin vermem’ diyor” ifadelerini kullandı.
CHP Milli Savunmadan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Yankı Bağcıoğlu ise, Bakan Fidan’ın “Nükleer savaş tehdidi şaka değil” sözlerine ilişkin, “Türkiye, bu işin şaka olmadığının gerçekten farkında mı ve bu doğrultuda hazırlıklarını yapmış mıdır? Böylesi bir kriz durumunda görev alacak uzman ekipler, uygulanacak kriz yönetim planları, radyasyon ölçüm sistemleri, acil durum sağlık altyapısı gibi hayati unsurlar konusunda ne kadar ilerleme kaydedildiği, ne yazık ki belirsizliğini korumaktadır” açıklamasını yaptı.
Konuşmaların neresinden tutsak!
Türkiye’nin başladığından bu yana Rusya-Ukrayna çatışmasının çözümü için adım attığı bir gerçek. Ancak, tüm bu adımlara rağmen Ukrayna’da savaşın derinleşmesine/süreğenleşmesine neden olan silah satışlarını Türkiye’nin neden durdurmadığını Bakan Fidan unutmuş gözüküyor. Savaşı bitirmek için önce silahlanmanın durdurulması gerektiğini görmezden geliyor.
Bağcıoğlu ise, açıklamasında “nükleer savaş” riskine karşı atılması gerekli teknik adımları vurgulayan, ancak Türkiye’nin neden nükleer tehdit altında olduğu gerçeğini dile getirmeyen bir yerde duruyor.
Bağcıoğlu’nun açıklamasında yer alan teknik ayrıntılar arasında ‘Askeri sağlık sisteminin’ yok edilmesi ise dikkat çekici bir yerde duruyor.
İktidar ve muhalefet sorumlularının konuşmalarında dile getirdikleri, bir durum tespitinden öteye geçmiyor. İki yetkili de açıklamalarında, dünyadaki genel gerilimleri özetleyen, ancak Türkiye’nin kendi topraklarını korumak için atması gereken adımları sıralamayan sözler dile getiriyor.
Aslolanı söyleyememek
Nükleer savaş tehlikesinden söz ederken, Türkiye’nin topraklarında yer alan ve kontrolü Türk Ordusunun elinde olmayan ABD/NATO nükleer silahlarının görmezden gelinmesinin, genel tespit ve teknik açıklamaların tümünü anlamsız bıraktığı ortada.
İktidar ve muhalefet sorumlularının açıklamalarında aslolanı söyleyemedikleri, “unuttukları” konunun Türkiye’nin tam bağımsızlığı olduğunu düşünüyorum. Aslolanın söylenmediği açıklamalarla sorunun çözümü de mümkün olmuyor.
ABD/AB/NATO ortaklığının Montrö Sözleşmesini yeniden ısıttığı, Kıbrıs üzerine yeni tezgahlar hazırladığı, Kürecik ve İncirlik Üslerinin Filistin halkının katlinde kullanıldığı, etnik ve dinci terör çetelerinin yeni provokasyonlar hazırladığı bugünlerde, iktidar ve muhalefet sorumlularının açıklamaları gerçeklerle örtüşmüyor, sorunların çözümüne çare üretmiyor.
İktidar ve muhalefetin, TUSAŞ saldırısından yeterli ders almadıkları, işbirlikçi tutumlarından vazgeçmeyecekleri anlaşılıyor.
Söylenmesi gerekenler
Türkiye’nin, nükleer savaş tehlikesinden uzak durabilmesinin öncelikli çıkışı, topraklarımızda yer alan nükleer savaş başlıklarının sökülüp atılması, ya da el konulmasıdır. Kontrolleri Türk Ordusunun elinde olmayan bu savaş başlıklarından bir an önce kurtulmalıyız.
Türkiye’nin, topraklarındaki nükleer başlıklardan kurtulması da yetmez. Ekonomik ve siyasi bağımsızlığımızın yeniden inşası için;
-NATO’dan çıkılmalı,
-İncirlik ve Kürecik kapatılmalı,
-AB Gümrük Birliği anlaşması iptal edilmeli,
-Komşu ülkelerle, başta Suriye ile barış, saldırmazlık ve güvenlik anlaşmaları yapılmalı,
-Komşu ülkelerle ekonomik, kültürel bağları güçlendirecek adımlar atılmalı.
Ulusun/halkın geleceği için
Açıklama yapan tüm parti sorumlularının ağızlarından düşürmedikleri “iç cephe”nin güçlendirilmesi için öncelikle Türkiye halkının çoğunluğunu oluşturan işçi sınıfı ve şehir emekçilerinin insanca yaşanacak bir gelire kavuşturulması gerekmektedir.
İktidar ve muhalefet eliyle, ulusun/halkın ayrışmasına yol açacak uygulamalardan uzak durmak için laiklik ve yurttaşlık bilincinin güçlendirilmesine dönük adımlar atılmalıdır. Çünkü Cumhuriyet Devrimimizle kazanılan laiklik ve yurttaşlık hakkı “iç cephe”nin bütünlüğünü sağlayacak çimentodur. Bu çimentodan vazgeçemeyiz.
Ulusal kurtuluş ve Cumhuriyet Devrimimizin geleneğini en zor koşullarda bile sürdüren Türkiye halkı emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı mücadeleden asla vazgeçmeyecektir. Emperyalizme ve işbirlikçilerine rağmen Türkiye halkı yeni bir silkinişe geçecek, güçlü bir toplumsal ve ulusal atılımı gerçekleştirecektir.