İran’ın İslam Cumhuriyeti olmadan önce başlayan nükleer güç olma çabası bugün de devam ediyor. ABD ve İsrail başlangıçta destekledikleri bu çalışmaları, 1979’da Şah rejimi devrildikten sonra terör dahil her yolla önlemeye çalıştı. İran’ın onlarca nükleer uzmanı farklı zamanlarda silahlı bombalı saldırılarda öldürüldü, nükleer tesisleri İsrail’in sabotaj eylemleriyle tahrip edildi. ABD İran’ın nükleer kapasitesini sadece enerjiyle sınırlandırabilmek için Temmuz 2015’te büyük çabalarla Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyini de harekete geçirerek daimi üyeler ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa’ya ek olarak Almanya’nın da İran’la bir anlaşma imzalamasını sağladı. Bu anlaşmayla İran, UAEK Uluslararası Atom Enerjisi Kurumunun nükleer çalışmalarını denetlemesini kabul etmişti. ABD İran’a bu anlaşma karşılığında ekonomik yaptırımları gevşeteceğini, bazılarını kaldıracağını vadetmişti. 9 Mayıs 2018 tarihinde Donald Trump anlaşmadan tek yanlı olarak çekildiğini açıkladı. Trump’un anlaşmadan çekilmesinden sonra İran tekrar uranyum zenginleştirme çalışmalarına devam edeceğini açıkladı.
28 Ocak 2024 tarihinde Ürdün’deki El Tanf ABD üssünün İHA’larla vurulduğu, 3 ABD askerinin öldüğü, 30’dan fazla askerin yaralandığı açıklandı. ABD Başkanı Biden, saldırının İran destekli gruplarca yapıldığını, kendi seçecekleri yer ve zamanda intikam alacaklarını söyledi. Ardından Irak ve Suriye’ye yönelik bombalamalar yapıldı. Saldırıyı yetersiz bulanlar İran topraklarının doğrudan bombalanmasını istiyorlar. ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin saldırılardan sonra “Bu, vereceğimiz karşılığın başlangıcıdır. Başkan Biden, ABD ve Koalisyon güçlerini hedef alan Devrim Muhafızları Ordusu ile ona bağlı grupları sorumlu tutacak ilave adımlar atmamız talimatını verdi” açıklamasını yaparak Ortadoğu’da çatışma peşinde olmadıklarını ekledi. Bu bilgiler ışığında Toplumcu Kurtuluş dergisinin 23 Ocak 2024 tarihli e-bülteninde https://toplumcukurtulus.com/wp-content/uploads/2024/01/SD_2024-01-23.pdf ‘’İran hamlesi ne anlama geliyor?’’ başlıklı bölümü tekrardan ve dikkatlice okunmayı hak ediyor.
İRAN HAMLESİ NE ANLAMA GELİYOR?
İran birden üç ülkeye füze fırlattı. İlk olarak 15 Ocak’ı 16 Ocak’a bağlayan gece yarısı Suriye İdlib’te IŞİD üsleri olarak belirlediği hedefleri vurdu. Yani Suriye Hükûmetine yönelik değil, hükûmetin de çıkarına bir saldırı düzenledi. İdlib, Hatay sınırımızda El Kaide ve IŞİD yanlısı grupların Türkiye ile ilişkileri iyi olan cihatçı çetelerle ortaklaşa hâkimiyet kurduğu bir alan.
İkinci olarak aynı gece Irak’ta, Kürdistan Bölgesel Yönetiminin başkenti Erbil’i vurdu. Burada doğrudan Amerikan Konsolosluğunu ya da tesislerini değil, Mossad merkezi olduğunu söylediği çok önde gelen bir iş adamının evini ve KYB’de istihbarat sorumluluğu yapmış eski bir yöneticinin evini havaya uçurdu.
Üçüncü olarak 17 Ocak’ta kimsenin beklemediği bir sürpriz olarak Pakistan’ı vurdu.
Sorunlar
Tarihsel olarak Belucistan olarak bilinen bölge Pakistan ve İran arasında ikiye bölünmüş durumda. İki ülkenin de güney bölgelerinde. İki ülkedeki ayrılıkçı örgütler bir diğeri tarafından destekleniyor. Yani Pakistan’da üslenmiş olanlar İran’a, İran’da üslenmiş olanlar Pakistan’a saldırılar düzenliyor. Aynı zamanda bölge El Kaidecilerin de örgütlenmeye başladığı bir alan. Özellikle Pakistan tarafı. Ama bütün bunlarla birlikte iki ülke arasındaki diplomatik, siyasi ve askerî sorunlar birbirlerine saldırmalarını gerektirecek boyutlarda değil. Zaten Pakistan’ın Hindistan dışında kimseyle savaşı da olmamış. Pakistan’a Hindistan dışında hiçbir ülke saldırı düzenlememiş. Çünkü bir sürü gerekçenin yanında Pakistan nükleer bir güç. Hindistan da öyle.
Sürpriz
Bütün bunlara karşın İran, Kasım Süleymani’nin anma törenlerinde El Kaide’nin üstlendiği terör saldırısını bahane ederek Pakistan’ın Belucistan bölgesinde terör üsleri olarak duyurduğu yerlere füze saldırısı düzenledi. Normalde Pakistan içinde kendisine yakın gruplara dayanarak iç kargaşa yaratacak bir eylem yaptırması beklenirdi. Tabii cevap olarak Pakistan da İran’ın Belucistan bölgesinde kendisine yönelik terör faaliyetleri içinde olan örgütlerin üsleri olarak duyurduğu yerleri vurdu. İki saldırıda da sivillerin öldüğü yönünde haberler geliyor.
Saldırının beklenmemesinin bir başka yönü de iki ülke de Şanghay İşbirliği Örgütü ŞİÖ üyesi. İran aynı zamanda BRİCS’e de üye. Pakistan, İran ile de çok güçlü ve ticari bağları olan Çin’in en fazla yatırım yaptığı ülkelerden biri. Pakistan ekonomisi büyük ölçüde Çin ile işbirliğine dayanıyor. İki ülke Çin’in kuşak ve yol projesinin köşe taşlarını oluşturuyor. İran daha çok olmak üzere iki ülkenin Rusya ile ticari, askerî ve siyasi ilişkileri de yoğun. Pakistan da ekonomik alanda Rusya ile yeni yakınlaşma hamleleri yapıyor.
Sular duruldu bile
Saldırı o kadar sürpriz ki saldırıdan bir gün sonra iki ülkelerin donanmaları ortak tatbikat yaptı. Hemen ertesinde ise barıştılar. Pakistan misilleme yapmadan önce ve misilleme yaparken “Biz İran ile dostuz, savaşmak istemiyoruz, sorunları barışçıl yoldan çözeriz ama saldırı egemenliğimizi çiğnemiştir” diye açıklama yaptı.
İran saldırısı olur olmaz Amerika büyük bir fırsat bulmanın heyecanıyla Pakistan’ın İran’a hak ettiği cevabı vermesi gerektiğini, her türlü araçla tamamen Pakistan’ın arkasında olacağını söyleyerek kışkırtmaya çalıştı. Ama Pakistan’daki en Amerikancıların oluşturduğu hükûmeti ikna edemedi. Pakistan da, İran da hemen araya girmesi beklenen Rusya, Çin ve Türkiye’nin desteğiyle anında barıştı.
Nedenler ve mesajlar
Öncelikle Pakistan’ın misillemesi oldukça kolay açıklanabilir. Yanı başında Hindistan ile resmen savaş hâlinde olan, uzun yıllar ise ateşkes durumunu sürdüren bir ülke olarak Pakistan’ın İran’a misilleme yapmaması düşünülemez bile. Bunu İran da hesap etmiştir.
İran’ın saldırılarının nedenlerine ve mesajlarına biraz daha odaklanmak gerekiyor. İran bu saldırılarla öncelikle Amerika ve İsrail’e güçlü bir mesaj veriyor. İlk defa bu boyutta ve bu menzilde bir füze saldırısı düzenliyor. Daha önce “İsrail’i haritadan sileriz” diye yapılan açıklamaların boş olmadığını gösteriyor. İran’ın derinliğinden İdlib’i vurabilen Devrim Muhafızlarının, İsrail’i de rahatlıkla vurabileceğini anlamak için uzman olmaya gerek yok. Haritaya bakmak yeterli. İkinci olarak kendisine dolaylı olarak tehditler savuran Türkiye’ye “beni yok sayma, ben buradayım, benimle ortak davranmalısın” diyor. Bir yandan Amerika, İsrail ve Mossad ile ortaklarını vururken diğer yandan Türkiye’deki Amerikancıların desteklediği İdlib’teki terör çetelerini vuruyor.
Bir nükleer güce kim saldırır?
Üçüncü ve asıl büyük mesaj ise yine Amerika ve İsrail’e. İran asıl düşmanından çekinmediğini göstermek isterken ona yakın özellikleri olan alakasız birine posta koyan kabadayı stratejisi izliyor. Nedir bu? Amerika, İsrail ve Pakistan’ın ortak özelliği nedir? Üçü de nükleer güç. İsrail resmen açıklamıyor ama herkes tarafından nükleer bir güç olduğu biliniyor. İran Pakistan’a saldırırken “ben nükleer bir güce saldırmaktan çekinmiyorum” mesajını veriyor.
Burada İran’ın bu saldırıyı düzenlerken bölge ülkelerinin hemen ara buluculuğa koşacağını da düşündüğü öngörülebilir. Ama tek başına buna dayanan bir strateji çok maceracı olurdu. Aklı başında hiçbir devlet yöneticisi stratejisini saldırdığı gücün anlayışına ya da çevre ülkelerin ara buluculuğuna terk etmez. Hele İran gibi geleneksel olarak maceracılıktan uzak, dış politikada insanı çatlatacak kadar sabırlı bir yönetim anlayışına sahip bir ülkeden bahsediyorsanız. Geleneksel İran devlet mantığına çok uygun davrandıklarını sayısız örneklerle açıklayabileceğimiz İran yönetimi ülkesini hedef alan terör saldırısına, Yemen’e yönelik saldırılara, Devrim Muhafızları komutanlarının öldürülmesine ve son olarak Türkiye’nin KYB üzerinden yönelttiği dolaylı tehdide dengeli, kendisini ezdirmeyeceğini belli ederken kimseyi savaşa kışkırtmayacak bir cevap vermek zorundaydı.
Öyleyse İran’ın mesajı daha bir vurgulu hâle geliyor. “Ben nükleer bir güce saldırmaktan çekinecek bir ülke değilim.” Öyleyse geriye tek bir soru kalıyor. Nükleer bir güce saldırmaktan çekinmeyen bir ülkenin de nükleer bir güç olması beklenmez mi? Bu son kısım okuyucunun da göreceği gibi somut bir bilgiye dayanmıyor. Genel siyasi tarihe dayalı deneyimler; İran tarihi, askerî strateji ve temel siyasi bilgilerin gösterdiklerine dayanan bir çıkarsama. Pakistan’ın da İran’a yönelik misillemesinde son derece ölçülü ve dengeli bir tutum alması da bu gözlemleri pekiştiriyor.
Acaba İran dünyaya artık bir nükleer güç olduğunu dolaylı olarak ilan etmiş mi oluyor?