“Komünist parti artık tüm Filistin’i özgürleştirmek için kapsamlı bir direniş çağrısı yapmaktan çekinir veya utanır hale mi geldi? Ne yapıyorsunuz gençler?”
Geçmiş yıllardan bir yazı… Savaşın sürdüğü Lübnan gündemdeyken, solun bu ülkedeki durumunu merak edenler açısından bilgilendirici olacaktır. El-Ahbar gazetesinin yayın yönetmeni İbrahim el-Emin, Lübnan Komünist Partisi’nin Batı etkisindeki düşünsel iflasına işaret ediyor. El-Emin, Batı’nın ve sivil toplum kuruluşlarının etkisine kapılan bazı parti liderlerinin, popülist söylemlerin peşine düştükleri ve bu nedenle partinin ideolojik temellerinden uzaklaştıklarına vurgu yapıyor.
İbrahim el-Emin, el-Ahbar
27 Ocak 2020
Sol çevrelerdeki tartışmalarda, bazı insanlar diğerlerini başka ideolojiler tarafından aldatılmış ya da komünist kimliği “iflas etmiş” kişiler olarak nitelendiriyor. Ya da iktidardakiler veya zenginler tarafından “satın alınmış” komünistler olmakla suçlanıyorlar. Böylece, bu kişilere kolayca bir hüküm veriliyor: “Bu, eski komünist”. Sonrasında, “eski” kelimesinin bir olgu olarak ne anlama geldiği pek de önemsenmiyor. Önemli olan, bu ifadenin akıllarda nasıl yer ettiği: Sanki bir işte veya bir pozisyonda bulunmuşsun, sonra ya oradan çıkarılmışsın ya da istifa etmişsin gibi. Bu yargıyı verenler ve tekrarlayanlar için, “eski komünist” demek, aslında artık o kişinin örgütün dışında kaldığı anlamına geliyor.
Bu oyun tek bir kesimin tekelinde değil. Örneğin, bir zamanlar “liberalizmin” bireysel yaşam tarzını keşfedip gözlerindeki “perdenin” kalktığını düşünen bazı eski komünistler, hâlâ emperyalizm veya gericilik gibi kelimeleri kullananları sekter ve köhnemiş olarak görüyorlar. Bu kişiler de bu komünistlere “eski komünist” damgasını vuruyor. Benzer şekilde, hâlâ örgütlerinde kalan, ama o örgütlerin hantallığından şikâyet eden diğer komünistler, liberalleşen veya liberal düşüncelere sempati duyanları “ihanetle” suçlayarak onlara da aynı “eski komünist” yaftasını yapıştırıyor!
Ne zaman genç komünistler kapitalist sistemin vahşi araçlarına doğrudan yönelseler, onların bu eylemleri derhal “serserilik” veya lümpenlik olarak tanımlanıyor (Mervan Tahtah).
“Eski komünist” tanımı artık yalnızca bireylerle sınırlı kalmadı. Belki de bu tanımı, 1990’lardan itibaren çoğalan Lübnan ve Arap sol örgütlerinin tümü için bile kullanmak mümkün. “Eski” kavramı burada, “sürekli komünist” olarak kalmanın, partiden bir onay gerektirdiği fikriyle alakalı. Zira bu “komünist marka” hâlâ ana örgütün tekelinde bulunuyor. Parti gömleğinden çıkmadığınız sürece, size “eski komünist” demek zorlaşıyor.
Bu konuyu açmamın sebebi, yakın zaman önce Lübnan Komünist Partisi’nin yayımladığı (Ocak 2020) siyasi bildiri. Bu bildiri, Lübnan’daki güncel siyasi durumu değerlendiriyor, parti gelişmeleri analiz ediyor ve çözüm önerilerini sunuyor. Sorunum, bu bildirinin herhangi bir liderin veya aktivistin yorumu değil, doğrudan Lübnan Komünist Partisi imzasıyla çıkan resmi bir belge olması.
Bu bildiri, bana şunu açıkça ifade etme fırsatı veriyor: Bu bildiriyi düşünen ve kaleme alanlar ister bir birey olsun ister bir grup, hatta tüm örgüt, artık yalnızca “eski komünistlerden” ibarettir!
Bu basit bir kinaye değil; bilakis, aynı oyunun bir tezahürü. Eski komünist olarak suçlanan bir kişi, partinin tarihsel kimliğini temsil eden düşünce ve analiz ilkelerine aykırı hareket etmekle suçlanır. Aykırılık tespit edildikten sonra da cezalandırılır… İşte bu, uygulanan kuralların temelidir.
Söz konusu bildiri bağlamında ise ihlal yalnızca örgütsel bir disiplin sorunu değil, ideolojik ve politik bir “suç” niteliğinde. Artık kısıtlamalara karşı devrim çağında, kör itaate hayır denilen bir dönemdeyiz. Her türlü eleştiriye tahammülsüzlüğe karşı çıkarken, burada hedef alınan yetkidir. Ve bu yetki, yalnızca bir devletin ya da mezhebin değil; bir partinin, bir kurumun ve bir ailenin de otoritesidir.
Aynı oyun kurallarına dayanarak, açıkça söyleyebilirim ki, artık ortada “Lübnan Komünist Partisi” yok; artık “eski Lübnan Komünist Partisi” var!
Partinin son bildirisi, 17 Ekim 2019’dan itibaren ülkede yaşanan olayları anlatıyor. Fakat bu anlatım, hareketin doğası, toplumsal ya da siyasi yapısı, sınıfsal bileşimi veya çıkar ilişkileri hakkında hiçbir analiz içermiyor. Yoldaşlar, hareketin örgütlenmesi, sloganları, yönetimi ve koordinasyonu hakkındaki değerlendirmelerini bizimle paylaşmıyor. Yaşanan bunca hadisede, üzerinde durulması gereken bir hata ya da eksiklik görmemişler. Tam tersine, hareketi öyle bir devrimci ruhla tanımlıyorlar ki, sanırsın Büyük Bolşevik Devrimi’nin arifesindeyiz! Hareketin örgütsüzlüğünü bile görmezden geliyorlar, hatta “örgütsüzlüğün koruma amacı taşıdığı” bahanesini kabul eder gibiler. Ancak yine de kendilerini görünmez bir “yönetici güç” olarak konumlandırarak, perde arkasından hareketi yönetmek istiyorlar.
Bildiri, örneğin, bir komünist partinin nasıl olup da sivil toplum kuruluşlarıyla bir arada oturabileceğini açıklamıyor. Sağcı, liberal ya da mezhepçi gruplarla nasıl köklü ya da reformist bir değişim için mücadele edilebileceğini sorgulamıyor. Dahası, Avrupa veya Amerika’nın emperyalist ülkelerinden ya da fon sağlayıcı kurumlardan mali destek alan bu gruplarla nasıl ortak planlar yapabileceklerini izah etmiyor. Oysa komünistler, sendikal ve siyasi hayatı tahrip eden bu “bağışçıların” rolünü herkesten iyi bilirler.
Fakat mesele burada bir eleştiriden öteye geçiyor, adeta bir isyana dönüşüyor, zira partinin kendisinde, bu STK çevrelerine daha yakın hisseden liderler var; onların hayat tarzını benimseyen, giyimlerinden seyahatlerine kadar onların ritüellerini günlük yaşamlarına taşıyanlar var. Ve daha da ilginç olanı, bu liderlerin bazılarının parti üyeliklerini gizli tutmada ısrar etmesi! Sanki komünist oldukları ortaya çıkarsa Batı ülkelerinin vize vermeyeceğinden korkuyorlar…
Bildiri, halk hareketine devrimci sıfatlar ve abartılı ifadeler yüklemeye devam ediyor ama komünist partinin bu hareketin temsilcilerini bir koordinasyon belgesine (Commodore toplantısı) imza attırmakta başarısız olduğunu göz ardı ediyor. Parti, hareketin içinde bulunduğu koşulları anlamaktan kaçınıyor. Bilakis, garip bir çocuk saflığıyla iktidar, halk ve sistemden bahsediyor. Fakat bize hangi ülkeyi kastettiklerini söylemiyorlar. Bildiriyi kaleme alanların Lübnan’ın bölgede nerede olduğunu ya da etrafımızda neler olduğunu anlayıp anlamadıklarını bilmiyoruz. Yoksa parti de “Önce Lübnan” virüsüne mi kapıldı?
Parti liderleri, aralarına dönen “eski” üyeleri görüp gözlerini ovuşturuyor mu acaba? Bu insanlar, gerçekten 14 Mart Hareketine1, “elçilik soluna”2, George Soros’a veya yoga topluluklarına sığındıkları dönemde işledikleri siyasi, ideolojik ve sınıfsal “ihanetlerinden” pişmanlık mı duydular? Komünistler, Marsel Halife3 ve Kerim Merve4 gibi isimlerin 1 Mayıs’ta parti mitingine katılmaktan utandıkları gerçeğinin, sadece Lübnan bayrağı altında sahnede şarkı söyleyip halay çekmeleriyle unutulabileceğine gerçekten inanıyorlar mı? Peki, parti bildirisi hangi Lübnan’dan söz ediyor?
Üniversite yıllarımızda, dünyayı yarı yarıya elimizde tutuyormuşçasına üniversite rektörüne tepeden bakardık. Sosyalist sistem, bize evrensel bir güç kazandırıyordu. Bizim bilgimiz dışında kimse bacak bacak üstüne dahi atamazdı. Bu hikâye bir anda çöktü. Ama anlaşılan, yoldaşlar hâlâ örgütsel birliğin var olduğuna, ideolojik ve siyasi bir birlik bulunduğuna inanıyorlar. Bu birlik sadece çadır konuşmalarında ya da devrim ekranlarında var, tıpkı Lübnan’daki mezhepler arası “ortak yaşam” gibi hayali bir birlik. Daha da acı olan, komünist partinin kendisini bir “öncü güç” olarak görmeye devam etmesi; neredeyse parti gerçekten Lübnan’daki ayaklanmayı yönetiyormuş gibi düşünüyorlar. Oysa hepimiz biliyoruz ki, ne zaman komünist gençler ve öğrenciler seslerini yükseltip yumruklarını kaldırarak kapitalist sistemin vahşi araçlarına doğrudan meydan okusa, hareketleri hemen “serserilik” ve “lümpenlik” olarak yaftalanıyor. Yurtseverlik ve yolsuzlukla mücadele üzerine tencere tava çalan herkes, onları anında terk ediyor.
Hangi komünist parti iktisadi krizi Ulusal Blok Partisi5 gibi tartışır? Hangi komünist parti, bankacılık sektörünün geleceği hakkında endişelenmeye başlar? Bırakın bankalar cehenneme gitsin. Onlara bel bağlayanlar, onlardan borç alanlar ve parasını bu delik deşik kasalarda saklayanlar da onlarla birlikte gitsin. Komünist Parti, kamu ve özel servetleri faiz ve serbest piyasa adına çalanlarla pazarlık ederek kamu borcuna “çözümler” arayacaksa, buna nasıl utanmadan “komünist” diyebiliriz? En azından beklentimiz —hiç olmazsa sözde bile olsa— borçların iptal edilmesi ve bankaların kamulaştırılması çağrısı yapmalarıdır. Fakat acı gerçek şu ki, liberal düşünce Komünist Parti’nin liderlerinin şuuruna işlemiş durumda.
Ama mesele burada bitmiyor. Bir bakıyorsunuz ki, komünistler birden Lübnan’ın faşist sağ kanadından etkilenmiş. Suriye’den gelen mülteciler krizi konusunda Özgür Yurtsever Akım’ın6 söylemlerine hayran mı kaldınız? Suriyeliler burada birkaç on yıl daha kalırsa Lübnan’daki demografik dengenin akıbetinden mi korkuyorsunuz? Bu insanların Lübnan’daki iç savaş sonrası iş gücü piyasasında oynadığı rolü bilmiyor musunuz? Bugün sendikaların yeniden canlanması, gerçek işçiler olmadan mümkün olabilir mi? Biraz yakından bakıldığında, gerçek işçilerin çoğunluğunun burada yaşayan Suriyeliler, Mısırlılar, Sudanlılar, Afrikalılar ve Doğu Asyalılar olduğu açıkça görülecektir.
Laf Suriye’ye gelince de bildiri hemen “siyasi çözüm” tavşanını şapkadan çıkarıyor. Bildiri öyle bir yabancılaşma içinde ki, sanki Arjantin’deki bir merkez sağ parti konuşuyor. Komünist Parti uykusundan uyanıp burayı tepeden izlemeyi mi tercih ediyor? Bölgede neler olup bittiği ve bu savaşın doğası konusunda hâlâ şüpheleri mi var? Batı ve Doğu’nun —ve aradaki tüm baskıcı güçlerin— desteklediği bir “siyasi çözümün” varlığına mı inanıyor? Parti, Suriye’deki durumu gerçekten Suriye halkıyla konuşarak mı tartıştı? Şu anda Suriye ve Irak’ta özünde neler olup bittiğini biliyorlar mı?
Sorun şu ki, tam da bu kritik zamanda, savaş sonuçlanmak üzereyken, komünist parti Suriye meselesini siyasi sağduyudan yoksun bir şuurla ele alıyor. Bir komünist parti, en azından Lübnanlılar olarak temel kaygımızın Suriye’nin yeniden ayakları üzerinde durması olduğunu nasıl unutur? Suriye’nin, bu dilenci ülke (Lübnan) açısından hayati ekonomik bölgeyi oluşturan entegre bir ekonomik yapıya sahip bağımsız bir devlet olarak rolünü geri kazanması gerektiğini nasıl gözden kaçırır? Kuzey Lübnan ve Bekaa’nın gelişiminin, Suriye ekonomisiyle organik bir bağ kurmadan mümkün olacağını mı sanıyorsunuz? Batı’nın tüm projesinin, siyasi kopuştan önce iktisadi ve kültürel bir kopuş yaratmayı amaçladığını unuttunuz mu? Yoksa artık Suriye’deki Batı güdümlü solun o “sıfır sömürgeci entegrasyon” söylemine mi hayranlık duyuyorsunuz? Lübnan ekonomisinin geleceğinin, Suriye ile entegrasyondan geçtiğini bilmiyor musunuz? Üretim, metalaşma, sermaye ve milli servetlerin ekonomideki yerini anlamanız için ders mi gerekiyor, yoksa uluslararası finans kurumlarının Godot gibi sizi kurtarmasını mı bekliyorsunuz?
Peki ya Filistin meselesinde bildirinin söyledikleri? Komünist parti artık tüm Filistin’i özgürleştirmek için kapsamlı bir direniş çağrısı yapmaktan çekinir veya utanır hale mi geldi? Parti liderliğinde, Filistin’in “bağımsız ulusal karar” aldatmacasına inananlar mı var? Ne yapıyorsunuz gençler? Rolünüz, yalnızca Filistin halkının direniş hakkını tanımakla mı sınırlı? Yoksa bir insan hakları örgütünün şubesi olarak mı hareket ediyorsunuz? Sahiden, Filistin’in özgürleşmesinin bölgede büyük bir mücadele olmadan mümkün olacağına mı inanıyorsunuz? Yoksa Filistin’deki direnişçileri paralı asker olarak mı görüyorsunuz? Bildirinizde eksik olan tek şey, Filistin Ulusal Yönetimi’ne el-Bireh’deki resmi eğitimi güçlendirme ve Tulkarim’deki kanalizasyon sistemini iyileştirme çağrısıydı!
Ne oldu size, neyin etkisi altına girdiniz? Bu ideolojik bir körlük mü? Direniş güçleri, düşünsel açıdan tam istediğimiz gibi değilse, onlara karşı mı duracağız ve ardından Arap dünyasındaki ABD yanlısı gruplar gibi konuşmaya mı başlayacağız? Yani Filistinlilerin devlete sahip olma hakkından ve işgale karşı çıkmanın mecburiyetinden bahsedip, uluslararası toplumu memnun etmek için vaazlar vermek mi çözüm?
Bu komedi, bildirideki saçmalıklarla da sınırlı değil. Bildiri, Lübnan’daki direniş mücadelesine geldiğinde “direniş devleti” ve “ordunun kabiliyetlerini güçlendirme” gibi ifadeler kullanıyor. Bildiriyi yazanlar, bu ifadelerin 14 Mart’çı Amerikancıların “silahların devletin tekeline bırakılması” sloganının bir benzeri olduğunu fark etmedi mi? Bu 14 Mart güçleri, İsrail’in Lübnan’a saldırısını desteklemişti. Komünistler kendilerini mi kandırıyorlar? Lübnan’ın İsrail’e karşı, bölgesel bir direniş ağı olmadan —ne maddi ne de siyasi— hiçbir gerçek imkânı olmadığını biliyorlar. Ve temelde, İsrail’i —emperyalizmin bölgedeki kalesini— yıkmanın, yalnızca Filistin’in değil, Lübnan ve tüm Arap dünyasının tam bağımsızlık ve gerçek kalkınması için zorunlu bir şart olduğunu nasıl görmezden geliyorlar? Ne oldu size, yoldaşlar? Lübnan Kuvvetleri’nin ya da direnişe saldırmak için “orduyu güçlendirme” söylemini kullananların dilinden mi konuşuyorsunuz?
Üstelik, parti bir de Lübnan’da iç siyasi sistemde değişim çağrısı yapmaya devam ediyor. Seçimlerin, nispi temsil sistemiyle ve Lübnan’ın bir bütün olarak tek seçim bölgesi kabul edilerek mezhep bağlarının ötesine geçilerek yapılmasını talep ediyor. Bizimle dalga mı geçiyorsunuz? Sahiden de bu seçimlerin, hemen bugün bile yapılsa, çözüm getireceğine inanıyor musunuz? Tencere çalmakla geçirilen birkaç hafta, sistemi değil de sadece iktidarı düşürmeye mi yarayacak sanıyorsunuz? Yeni bir Guadio’nun (Venezuelalı muhalif lider) başımıza geçmesinden korkmuyor musunuz? Yoksa, daha fazla Paula Yakubyan7 kopyası mı istiyorsunuz?
Ve sürekli sözünü ettiğiniz şey laiklik mi? Laiklik, mezhepçiliğe karşı bir çözüm değildir ve hiçbir zaman da olmamıştır. Bu yaklaşım, Lübnan’daki mezhepçiliğin özünü ve laikliği tam olarak kavrayamadığınızı gösteriyor. Mezhepçilik, dini bir mesele değil ki çözümü laiklikte aransın. Mezhepçilik, yozlaşmanın bir biçimidir; yozlaşmanın kaynağı değildir. Bu, kapitalizmin yapısal olarak yozlaşmış fıtratının tezahürüdür ki, bu ister ateistlerin elinde olsun ister tek bir dini grubun, fark etmez. Önerdiğiniz laiklik modeli, sadece yoksulları bölmenin yeni bir yöntemini sunacaktır. Laiklik tek başına bir çözüm değil, iktisadi sorunlara çözüm içermez.
Lübnan’daki iç savaş sona erdiğinden beri, komünist partinin pek çok kadrosunda ve tabanında, “öğrenme” bahanesiyle Batı fikriyatına doğru büyük bir kayma yaşandı. Fakat, Batı’daki deneyimlerden “öğrenmeye” hevesli bu kadroların —ki bazıları artık liderlik kademelerine de geldi— esas peşinde oldukları şey, “beyaz adamın” onayını kazanmak. Bu kişiler, kendilerini kaybetmiş bir şekilde ya yeni sivil toplum kuruluşları kurmaya ya da partiyi bir STK’ya dönüştürmeye çabalıyor. Bu durumu anlamak için yabancı solcuların, bu kişilerin “beyaz adam” veya onun yabancı ülkelerdeki konferanslardaki temsilcileri karşısındaki tavırlarını anlatan yorumlarını dinlemek kâfi.
Bu kesimin yanılgısı, yeni bir düşünce sistemi yaratmanın, sanki bir omlet yapmak gibi kolay olduğunu sanmaları. Tarifleri de basit: Biraz Batı usulü Marksizm, üzerine bir tutam sosyal adalet hakkında insancıl düşünceler, birazcık kadın ve çocuk hakları ekleyin, ardından bir kaşık “milli bağımsızlık yağı” dökün ve yavaş yavaş renkli devrimlerin “kısık ateşinde” pişirin… Birkaç hafta bekleyin, işte size “sosyalist devlet”!
Pratikte, bu bildiriyi yazanların hali tam da bu, şaka gibi. Elbette, dilediklerini yapabilirler; yazabilirler, teoriler üretebilirler, kararlar alabilirler. Ama bunu komünist parti adına değil, gerçek kimlikleriyle yapmalılar; zira partinin temel ilkeleriyle alakaları kalmamış durumda. Zaten “sekter ve köhne” olan bu yapıyı çökertmek istediklerini açıkça dile getiriyorlar. O halde, neden bunu dürüstçe ilan edip, “biz de sizin gibiyiz; biz de eski komünistiz,” demiyorlar?
Batı’nın bilimsel ve teknolojik ilerlemelerine hayranlıkla bakan bu safdiller, Batı’nın bu güce nasıl eriştiğini kendilerine sormuyorlar mı? Eğer doğa zenginliklerini dünyanın belirli bölgelerine bahşetmişse, bu zenginlikleri kimlerin kullanacağını kim belirledi? Bu kişiler, bir gün “güneyin halkları” olarak, enerji, su ve insan kaynaklarımızı kuzeyin elinden alabilecek olsak, onların durumunun ne olacağını hiç düşündüler mi? Biz bu kaynakları gönüllü olarak mı terk ettik, yoksa tarihçilerimiz, yüzyıllar boyunca insanların sömürgecilik adına verdikleri savaşları unuttular mı? Bu savaşlar, kuzeydeki bazı halklara konforlu bir hayat sağlarken, dünyanın geri kalanında açlık ve ölümün hüküm sürmesiyle mi sona erdi?
Bu “renkli devrimler” sayesinde sosyalizmin çekildiği dünyada neler olduğunu görmek isteyenler, bazı basit istatistiklere bakabilirler. Sadece üç ülkenin —Ukrayna, Bulgaristan ve Romanya’nın— rakamlarını ele almak yeterli. Hürriyet uğruna baskı ve zorbalığa karşı savaşların verildiği, sivil toplum kuruluşlarının “mükemmel” rol oynadığı bu ülkelerde, nüfus 1989’da 85 milyonken bugün 60 milyonun altına düştü. Peki, neden? Ölüm oranları neden arttı, evlilik ve doğum oranları neden düştü? Batı’daki “George Soros’un dostları” için köle gibi çalışmak üzere göç edenlerin oranını düşündünüz mü? Ya da Avrupa’nın genelevlerinde modern kölelik zincirine bağlananların durumunu? Sovyetler Birliği’nin çöküşünden bu yana Batı Avrupa’da sosyal yardımların ne kadar gerilediğini biliyor musunuz? Tüm bunların yanı sıra, hala aranızda Disneyland’e gidemediği için üzülenler var!
Komünist parti, halkı yönlendirmesi gereken bir yapı iken, halkın peşine takılan bir yapı haline gelemez. Partinin, hükümetlerin bakanlık bildiri metinlerini ya da seçim kampanyasındaki milletvekili söylemlerini andıran popülist sloganların peşinden gitmesi ne akılcı ne de mantıklı.
Bu bildiriyle parti, pek ayakları üzerine değil de başının üstüne durmuş gibi görünüyor. Lübnan’ın küresel kapitalist sistemle olan bağlantısını ve bu sisteme entegrasyonunu göz ardı ettiği sürece, krizin temelini yalnızca içerde aradığı sürece ve direnişi dış bağlantıyı koparmak için stratejik bir dayanak olarak görmediği sürece, Komünist Parti’nin yapacağı tek şey, kendi halısının altına daha fazla pislik süpürmek olacaktır. Bu bildiri, krizin unsurlarını gerçekten bilen bir parti tarafından değil, en iyi ihtimalle genel durumla ilgilenen bazı saygın şahsiyetler tarafından yayımlanabilecek bir metin olur.
Bu yüzden, bu bildiriyi yazanlar, tıpkı bizim gibi —partiden ayrılanlar ya da kovulanlar gibi— artık “eski komünistlerin” safına geçmiş durumdalar!
1 Lübnan’da 2005’teki Refik Hariri suikastından sonra kurulan, Amerikancı siyasi hareket. Adını 14 Mart 2005’te gerçekleşen büyük protestodan alır.
2 Yazar, burada Amerikan elçiliğini kastediyor. (ç.n.)
3 Lübnanlı müzisyen, besteci ve udi. Arap dünyasında direnişin sembol isimlerinden biri olarak kabul edilir; Filistin direnişine yönelik müzikleriyle tanınır. (ç.n.)
4 1999 yılında Lübnan Komünist Partisi’nden istifa eden sol siyasetçi. Bazı komünistler 2004 yılında partiden ayrılıp komünist olmayan entelektüellerle birlikte Demokratik Sol Hareket’i kurduklarında, Merve bu kampa yakın görünse de kendisini “yazılarına adamayı” tercih ettiği için siyasi bir rol oynamaktan kaçındı. (ç.n.)
5 Lübnan’da sosyal liberal ideolojiye sahip bir siyasi parti. (ç.n.)
6 Lübnan’da Hristiyan nüfusa hitap eden siyasi hareket. Eski Cumhurbaşkanı Mişel Avn tarafından kuruldu. (ç.n.)
7 Lübnanlı gazeteci ve eski milletvekili. Lübnan’da siyaset ve medya dünyasında tanınan bir isim, direniş karşıtı. (ç.n.)
Kaynak: Emre Köse