Kilis’te görev yapan doktor arkadaşım, Kayseri’de Suriyelilere linç girişimi olduğu gece hastanede nöbetçi olduğunu, çok sayıda Suriyelinin dövülmüş, yara bere içinde acile geldiğini, korku ya da ümitsizlikle hiçbirinin şikâyetçi olmadığını, “düştüm” diyerek olayı geçiştirdiğini söyledi.
Kilis’teki gibi, Türkiye’nin başka il ve ilçelerinde o gece ve sonrasında Suriyelilere neler yapıldığını bilmiyoruz. Bildiğimiz şu: Toplum, Suriyeli misafirlere karşı kışkırtılmaya çok müsait bir noktaya geldi. Kayseri kıvılcımının sebep olduğu yangındaki hasarı bilmiyoruz ama yeni bir kıvılcımın gözlerini kan bürümüş caniler eliyle büyük bir cadı avına, korkunç bir katliama dönüştürülmesi an meselesi.
Suriyeli misafirlerimizle ilgili hakikatin tersyüz edildiği bir algı cehenneminde yaşıyoruz.
Ulusalcılar, Türk ve Kürt ırkçıları, mezhep taassubuyla Esed ve rejimini savunanlar, İrancılar, Esed ve İran’ınkiler başta olmak üzere ajan-provokatörler Suriyeli misafirlere kategorik olarak karşılar ve en başından beri aleyhte yoğun propaganda yapıyorlar. Toplumun geniş kesimleri de bu propagandanın etkisinde kalarak bir kıvılcımı yangına dönüştürecek öfke ve nefret biriktiriyorlar.
Defalarca yazdım ve söyledim, tekrar edeyim: Suriyeli misafirler Türkiye’ye yük değil, tam tersine yük alıyorlar.
Suriyeli misafirler, örneğin, Türkiye ekonomisine eşsiz katkı sağlıyorlar. Suriyelileri bugün toptan gönderseniz, sanayi, küçük ölçekli işletmeler, tarım ve hayvancılık ciddi işgücü krizine girer.
Suriyeli misafirler asıl demografik yapımızda denge unsuru oluyorlar. Bakmayın Türk gibi, Türkçü gibi görünüp toplumu kışkırtanlara. Türklüğün; terörle desteklenen Kürt ırkçılığına, İran’ın Şii yayılmacılığına, Batılılaşma adı altındaki asimilasyona karşı muhafazasında Suriyeli misafirler yanımızda duruyorlar. Her Müslüman Türk değildir ama Türk, Müslümansa Türk’tür. Türk olduğunu iddia eden bir ateist, Şamanist, Tengrici vs karşısında, Müslüman bir Suriyeli, tıpkı Müslüman bir Kürt gibi bize daha yakındır, çok daha fazla bize benzer, çok daha fazla bizdendir. Vicdanınıza sorun: Türk olduğunu iddia eden, ateist, Şamanist ya da Tengrici, kalbi kararmış, kötülük hücrelerine işlemiş, zır cahil biriyle, dürüst ve Müslüman bir Suriyeliyi yan yana koysanız ve tercih yapmak zorunda olsanız hangisini seçerdiniz? Tercihte zorlanmayacağınıza eminim ama yine de zorlanan varsa, Selçuklu’ya, Osmanlı’ya bakabilir, ya da Cumhuriyet dönemi mübadele tercihlerini inceleyebilir.
Suriyeli misafirlerimizle ilgili olarak ümmet bilinci, kardeşlik hukuku, ortak kültür, ortak tarih, ortak inanç gibi hususları hatırlatmaya bile gerek yok.
Peki, bütün bunlara rağmen, kötülüğün algısı neden hakikati ve iyi olanı bastırıyor?
Suriyeli misafirlerin muhafazası konusunda cemaatlerin, vakıfların, derneklerin, kanaat önderlerinin, matbuatımızın, edebiyatımızın, eli kalem tutanlarımızın neden ağzını bıçak açmıyor?
O kadar imkâna, güce ve etkiye rağmen, meydan neden bir avuç ırkçıya, birkaç ajan-provokatöre bırakılıyor?
Sadece ümmet anlayışı, Müslümanların bir elin parmakları gibi birbirinin kardeşi olması hakikati bile harekete geçmeye yeterliyken, saydığım o kadar faydayı da gözeterek, neden çıkıp cesaretle topluma telkinde bulunulmuyor, gerçekler anlatılmıyor?
Mesela Diyanet İşleri Başkanlığı bu meselede neden daha etkin olmuyor?
Mesela siyasetçiler, bakanlar, milletvekilleri neden Suriyeli misafirler konusunda tek başına mücadele veren Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan yük almıyor?
Linçten mi korkuluyor? Sosyal medyadan gelecek küfürlerden mi çekiniliyor? Hani Allah yoluna, hakikat yoluna can feda idi? Bugün konforundan taviz vermeyen, yarın ihtiyaç olursa canını gerçekten verir mi?
Suriyeli misafirler bizim için büyük ve eşsiz imkân. En başta büyük Türkiye sofrasının bereketini artırıyorlar. Her misafir gibi, bir alırlarsa on bırakıyorlar. Allah bize onları misafir etmek ve korumak gibi gerçekten büyük bir rütbe bahşetmiş. Bu hakikati görmeyen ve gereğini yapmayan ziyan içindedir.
Suriyeli misafirlere karşı toplumda gerilim bilinçli, planlı şekilde yükseltiliyor. Allah’a ve “bereket” kavramına inancı olan herkes, bu tehlikeyle mücadele etmek zorundadır.
Kaynak: Aydın Ünal / Yeni Şafak