Hasta güvenliği kavramı, sağlık hizmetine bağlı hataların önlenmesi ve bunların neden olduğu zararların ortadan kaldırılması veya azaltılması olarak tanımlanır. Yani, şifa bulmak için gelen insanların tanıdan tedaviye kadar her aşamada zarar görmemesi için yapılması gereken her şeyi kapsar. Tıbbın temel ilkesi olan “Önce zarar verme” de bu anlayışın merkezindedir.
Bu çerçevede, geçtiğimiz hafta Burdur’da yaşananlar ne anlama geliyor ve memleketin halleri nedir?
Burdur Devlet Hastanesi’nde 25 Mayıs 2024 günü diyalize giren hastaların 33’ü fenalaşarak hastaneye başvurdu. Bunların 23’ü Antalya’da olmak üzere çeşitli hastanelerde tedavi altına alındı, 14 hasta entübe edildi ve bunlardan üçünün hayatını kaybettiği açıklandı. Hastanenin beş ay önce geçici kabul ile açıldığını biliyoruz. Bu korkunç olayın aydınlatılması ve tekrarlanmaması için hastanelerin teknik altyapısı, diyaliz hizmetleri ve genel olarak Türkiye sağlık sisteminin sorunlarına dikkatle bakılması gerektiğini bir kez daha anlamış oluyoruz.
ŞEFFAFLIK YİNE YOK
Bu vahim olaya ilişkin tek resmi açıklamayı Sağlık Bakanı X sosyal medya hesabından yaptı. On dört hastanın hastanelerde tedavisinin devam ettiğini bildiren Bakan Koca, her yönüyle yakından ilgilenmeye devam edeceğini ve adli ve idari soruşturmanın sürdüğünü belirtti. Ancak bu açıklamalar kamuoyunu tatmin etmedi.
Olayın hemen ardından bölgeye giden CHP heyeti (hekim milletvekilleri ve sağlık politikalarından sorumlu Genel Başkan Yardımcısı’ndan oluşan) Burdur Valisi, İl Sağlık Müdürü ve Hastane Başhekimi ile görüşemediğini, hatta hasta yakınlarıyla görüşmelerinin dahi engellendiğini bildirdi. Yaptıkları inceleme sonrası öne çıkan iddia, diyalizde kullanılan saf suya antifriz sıvılarında bulunan etilen glikol isimli zehirli kimyasalın karıştığı yönünde. Heyet, hastane suyunda renk değişikliği ve köpüklenme olduğuna dair görüntüler olduğunu da belirtti.
CEVAPLANMASI GEREKEN SORULAR
Konuya ilişkin deneyimli mühendisler ve hekimlerle yaptığım görüşmeler, bu olayda insan sağlığı ve yaşamını korumak adına aydınlatılması ve ders alınması gereken birçok nokta olduğunu gösteriyor. Öne çıkanlarını yetkililerin cevaplaması için sorularla birlikte yazayım:
1– Diyalizde kullanılan saf suya karıştığı iddia edilen etilen glikolün klima sisteminde kullanılan antifrizde yer aldığı biliniyor. Klima sistemine su eklenmesini sağlayan borularda, hastane su şebekesine doğru tersine akımı engelleyen çek valf ve vanalar, emniyet sistemleri doğru biçimde projelendirilmiş ve uygulanmış mıdır? Hastanenin “geçici kabul” işleminde gerekli denetimler yapılmış mıdır? Bu bölgelerin kullanımında görevli personel gerekli eğitimleri almış mıdır?
2– Sağlık Bakanlığı Sağlık Kalite Standartları gereği diyaliz için üretilen saf suyun her sabah iletkenlik, sertlik, pH düzeyi gibi kontrollerinin yapılması gerekiyor. Olay günü hafta sonu olması ve “personel yetersizliği” nedeniyle bunu yapacak görevli personelin olmadığı iddiası var. Çok sayıda eğitimli genç işsizken burada personel yetersizliğinden söz etmek nasıl mümkün olabilir? Günlük kontroller yapılsaydı etilen glikol karışmasını tespit edebilir miydi?
3– Olaydan bir gün önce saf su sistemine bakım yapıldığı bildiriliyor. Bu bakımda kimyasallar kullanılmış mıdır? Sonrasında yeterli yıkama yapılmış mıdır?
4– Devlet hastanelerinde diyaliz ünitelerinde hekim bulundurulmadığı bildiriliyor. Doğru insan gücü planlaması yapılmadan açılan okullarda yetişen 35 bin diyaliz teknikeri de işsiz. Bu okullardaki eğitimin yeterliliği de sorgulanıyor. Deneyimli diyaliz hemşireleri ünitelerinden koparılıp hastanelerin farklı birimlerinde görevlendiriliyor. Bayram seyran demeden sürekli çalışmak durumunda kalan bu personelin özlük hakları, dinlenme koşulları da gözetilmiyor, özel sektörde asgari ücrete yakın ücretlerle, uzun saatler çalışmak durumunda kalıyorlar. Buna son vermek, eğitiminden çalışma koşullarına, özlük haklarına iyileştirmeler ve planlamalar yapmak gerekmez mi?
İŞÇİ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ
Hastalarımız ve sağlık çalışanları için önemli olan, kamuda uygulanması 2013 yılından bu yana sürekli ertelenen 6331 sayılı yasanın gereği işçi sağlığı ve güvenliği hizmetlerinin gecikmeden hayata geçirilmesi gerekiyor. Tıbbi hataların en aza indirilmesi için hasta güvenliği kültürünün geliştirilmesi şart. Bunun için en kritik başlıklar, konuyu tüm çalışanların ve hasta-hasta yakınlarının sahiplenmesini sağlamak, açık iletişimin teşvik edilmesi ve tüm çalışanların hasta güvenliği konusunda sürekli eğitiminin sağlanması olarak tarif ediliyor. İstenmeyen bir olay meydana geldiğinde de tekrarını önleyebilmek için olabildiğince şeffaf ve yetkin bir çalışma yapılması gerekiyor.
Bu olayda yapılır mı? Konu meslek örgütlerinin ve alanın uzmanlarının desteğiyle şeffaf biçimde araştırılıp kamuoyu aydınlatılır mı? Memleket hallerini ve yönetme biçimini düşününce olumlu cevap veremesem de umutlu olmak istiyorum, zira hasta güvenliği olmadan doğru sağlık hizmeti olmaz.
Kaynak: Bayazıt İlhan / BirGün