“Arap güçleri Ekim-Kasım 2023 gerilimi sırasında öznellikten vazgeçtiler, fakat yeni dünya düzeni, bu düzendeki yerlerini teminat altına almak isteyenlerden sorumluluk ve eylem talep ediyor.”
Çevirmenin notu: Aşağıda tercümesi verilen makale, Rusya Bilimler Akademisi Doğu Çalışmaları Enstitüsü Arap ve İslam Çalışmaları Merkezi’nin kıdemli araştırmacılarından Ruslan Mamedov’un imzasıyla Rusya’nın önde gelen düşünce kuruluşlarından Rusya Uluslararası İlişkiler Konseyi’nin (RIAC) internet sitesinde yayımlandı. Mamedov’un görüşleri, Moskova’nın Filistin meselesinin güncel durumuna bakışını anlamak açısından dikkate değer.
“Barışa, tanınmaya, müzakerelere hayır” mı? Arap toplumu radikalleşme yolunda
Ruslan Mamedov | Rusya Uluslararası İlişkiler Konseyi (RIAC) | 9 Kasım 2023
Ekim 2023’te Filistin-İsrail çatışması etrafında yaşanan şiddet olaylarından çıkarılacak ilk sonuç, çatışmanın kendisinin —daha önce ne kadar dile getirilmiş olursa olsun— Orta Doğu siyasetinin merkezinde yer almaya devam edeceği. Dahası, dünya düzeninin “adil” bir şekle bürünmesi, bölgesel güçler açısından büyük çaba ve sorumluluk gerektiriyor. Arap rejimlerinin sınırlı ve yalnızca “sözlü” katılımıyla, ilk olarak eylemleri halkın taleplerini karşılamadığı için öznelliklerinin eksikliği ve ikinci olarak da nüfusun potansiyel olarak radikalleşmesi söz konusu. Şu anda şiddetin durdurulması ve siyasi bir çözüme gidilmesi gerektiğine dair temel uluslararası mesaj İsrail ve ABD tarafından görmezden geliniyor. Aynı zamanda BM tarafından temsil edilen uluslararası toplum, ulusların kendi kaderini tayin hakkını ihlal etmesine rağmen İsrail’e karşı yaptırım uygulamıyor. Bununla birlikte Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un 9 Ekim’de Moskova’da Arap Birliği Genel Sekreteri Ahmed Ebu Gayt ile yaptığı görüşmede söylediği üzere “sadece İsrail ile Filistin arasında akan kanı durdurmak değil, aynı zamanda çatışmaya barışçıl bir çözüm arayışına başlamak da acil”.
Arap ihaneti ve çatışmanın Filistinlileştirilmesi
Arap rejimlerinin çatışmayı çözmedeki başarısızlığı, tarihsel olarak yöneticilerin toplumlarının gözünde meşruiyetlerini kaybetmelerinin ana nedenlerinden biri. Filistin-İsrail çözümünün tarihi ve biçimleri karmaşık, fakat barış çözümünün başarısızlığının temel nedenlerinden biri İsrail’in müzakere sürecini reddetmesi. G. Lukyanov’un belirttiği üzere, “İkinci Oslo’nun, nihai kapsamlı bir barış anlaşmasının hazırlanmasına dönük müteakip müzakerelerin temelini oluşturması gerekiyordu ama esasında Filistin-İsrail çatışmasına barışçıl bir çözüm bulma yolundaki son kayda değer başarı olduğu ortaya çıktı. Sonraki yirmi yıl boyunca İsrail tarafı, Filistinli örgütleri ve nüfusu terörist bir tehditten başka bir şey olarak görmeyerek müzakere sürecini sürdürmeyi sürekli olarak reddetti ve ihtilaflı topraklarda yerleşim yerleri inşa etmeye, Filistin bölgelerine yönelik iktisadi ablukayı sürdürmeye ve düzenli olarak cezalandırıcı baskınlar ve askerî harekâtlar düzenlemeye devam etti. Kudüs’teki Müslümanların kutsal mekânları, polis şiddetinin mekânı, siyasi başarı alanı ve durumu her geçen yıl daha da alevlendiren sağcı İsrailli politikacıların popülizminin zafer yeri haline geldi.”
Arap-İsrail çatışması ve mukaddes Kudüs’ün işgali teması, radikal İslamcı örgütlerin söylemlerinde baskın temalardan biri ve ideolojilerini güçlü bir şekilde etkiledi. Bununla birlikte, tanık olduğumuz şey çatışmanın Filistinlileştirilmesi olarak adlandırılabilir. Hamas’ın eylemleri kendiliğinden organize oldu; örgüt hala inisiyatif sahibi olarak görülüyor, hiçbir Arap ya da Arap olmayan ülke İsrail ile gerçek bir savaşa girmedi ve Hamas’ın söyleminden, hareketin sadece kendisine yaslandığı anlaşılıyor. Tüm bunlar, Filistinli örgütlerin önceki on yıllarda işleyiş biçimiyle tam bir tezat oluşturuyor.
Filistin içi siyasi alana gelince, Filistin-İsrail çatışma bölgesinde yaşananlar El Fetih’in ve şahsen Filistin Bölgesel Yönetimi Başkanı M. Abbas’ın prestijine şimdiden darbe vurdu. El Fetih bunca yıldır bir Filistin devleti kurma konusunda siyasi yöntemlere başvursa da hiçbir zaman istediği hedefe ulaşamadı. Hamas ise El Fetih’in onlarca yıldır etkisiz kalan yöntemlerini kaydetti, B. Netanyahu ve İsrail’in sağcı hükümetlerinin barış arzusundan yoksunluğunu inceledi ve böylece Filistin’in bağımsızlığı için silahlı mücadelenin gerekli olduğu sonucuna vardı. Filistin topraklarının İsrail tarafından yutulmasına ilişkin tüm vakalar Filistinlilerin ciddi bir bölümünü Hamas’ın haklılığına ikna etti. El Fetih’in yeniden markalaşmaya, belki yeni yüzlere ve hatta sürdürülebilirlik için “güçlü bir lidere” ihtiyacı vardı. Ancak bu olmadı. İsrail’in Filistin Yönetimi’ni kademeli olarak “boğması” da El Fetih’e puan kaybettiriyor. Bu çerçevede Hamas (İsrail Savunma Kuvvetlerinin saldırısına dayanabilirse) Filistin yurdunda liderlik iddiasında bulunuyor.
Hamas’ın mevcut eylemleri, hareketin Arap komşularına güvenmemeyi göze alabileceğini gösteriyor. BAE, Mısır, Ürdün ve Suudi Arabistan rejimleri (sonuncusu Amerikalılarla yapılan bir anlaşmanın parçası olarak İsrail’le halkla ilişkiler olasılığını muhafaza etmek istiyor) Hamas takipçilerine göre Filistin davası bağlamında açıkça ihanet içindeler. Dahası, Arap rejimlerinin İsrail ve ABD ile ayrılıkçı anlaşmalar yoluyla kendi güvenliklerini teminat altına almaları, Hamas temsilcilerinin Arap kardeşlerine açıkça söylediği gibi “yanlış bir mantık”. Öte yandan İsrailli liderler, “İkinci Oslo’yu” hatırlamaya ya da bir Filistin devletinin kurulmasını öngörecek çözümü teşvik etmeye gerek görmediler; eylemleri yüzünden “zayıf” Filistinlilerden silahlı bir azar işitmediler ve ABD desteğiyle gelecekteki bir Filistin devletinin temellerini bilinçli bir şekilde attılar. Buna ek olarak, oyunu değiştiren kilit güç olan Lübnan Hizbullah’ı da İsrail’e karşı geniş çaplı bir askeri harekata girişmek istemiyor ve gerilimi kontrollü bir şekilde tırmandırmayı sürdürüyor. Ancak Hizbullah, 8 Ekim’den bu yana İsrail ile girdiği çatışmalarda 60’tan fazla askerini kaybetti ve İsrail’i Lübnan sınırında ciddi bir güç bulundurmaya zorluyor (pek çok Lübnanlı açısından bu İsrail-Lübnan sınırı değil, Filistin-Lübnan sınırı).
Görünen o ki Arap dünyasının liderleri tek kutuplu bir düzenin olduğu “eski dünyada” yaşamaya devam ediyor. Arap dünyası ilerlemekten korkuyor, hegemon korkusu tarafından rehin alınmış durumda. Fakat mantıksal olarak, sadece bu paradigmanın kırılması, herkesin sürekli bahsettiği yeni dünya düzeninin unsurlarını mecburi kılacaktır. Çözümler ya şimdi olgunlaşıyor ya da hiçbir zaman olgunlaşmayacak ve o zaman Arap dünyası yeni dünyada hak ettiği yeri alamayacağını kabul etmek zorunda kalacak. Arap rejimleri iktidarı ellerinde tutmaya çalışıyorlar ama orta vadede toplumların radikalleşmesiyle karşı karşıya kalabilirler.
ABD çatışmanın tarafı ve manipülatif kombinasyonların yazarıdır
Filistinliler ile İsrailliler arasındaki çatışmaları sona erdirme ve müzakereleri yoğunlaştırma yöntemleri üzerine düşünürken, pek çok kişi bu tür krizlerin bir zamanlar Washington ve Moskova’dan gelen beyanlarla durdurulduğunu hatırlıyor. Her iki gücün de karşı taraflar üzerinde baskı ve zorlama araçları mevcuttu.
Bugünün çözüm formülü yalnızca ABD ve Rusya’yı içeremez. Bu güçlerin (Çin’le birlikte de olsa) ortak bir açıklama yapması ve bir dizi tedbir alması bir hayal olarak kalmaya devam ediyor ama pek çok insanın şiddeti sona erdirmek için güvenmek istediği güçler bunlar. Çeşitli nedenler ve bu aktörlerin çatışmaya karşı tutumlarının fıtratı, özellikle de ABD’nin çatışmanın taraflarından birinin tedarikçisi ve müşterisi haline gelmesi —Washington’un 21. yüzyıla kadar kaçınmaya çalıştığı görüntü— nedeniyle bunu başarmak artık zor.
ABD’nin İsrail’e askeri yardım sevkiyatının gerilimin tırmandığı ilk günlerden bu yana aktif olarak artırıldığı doğru. Ancak özünde bu yardımlar hiç durmadı. İsrail, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana ABD’nin askeri ve iktisadi yardımlarının önemli bir alıcısı oldu (tüm dönem boyunca 260 milyar dolardan fazla). İsrail’in sadece bu yıl 3,18 milyar dolar yardım aldığı düşünülüyor (İsrail şimdi derhal 10 milyar dolar daha talep etti ve buna karşılık Amerikalılar, Kongre’de askeri yardım için ek bütçe tahsisini tartışmaya devam ediyor).
Elbette İsrail kendi güvenliğini tek başına sağlayabilecek durumda değil. Filistin-İsrail çözümünün durumunu analiz ederken ABD’nin askeri yardımını da göz önünde bulundurmak gerek. İsrail geçtiğimiz on yıllar boyunca tam da dünya hegemonunun bu denli büyük ölçekli desteği, ülkenin ABD’nin dış yardımına ve güçlünün haklı olduğu kanaati nedeniyle çözümü ilerletme ve iki halk için iki devletli çözümü izleme konusunda isteksiz davrandı. ABD tarafından aktif olarak desteklenen İsrail, Filistin’i atlayarak Arap ülkeleriyle ayrı barış anlaşmaları imzalama ihtiyacına bağlı kaldı ve bu da “İbrahim Anlaşmalarına” yol açtı. Bu taktik yeni değil. Y. Primakov’un yazdığı üzere, “[…] Aynı zamanda bana öyle geliyor ki bu barışa giden yolu uzatıyor, istikrar açısından sorunlu hale getiriyor ve ABD taktiklerinin genel doğası, en başından beri İsrail’i bir Arap ülkesinden diğerine ve Filistinlileri ayrı ayrı barışa çekmek için tasarlanmış kombinasyonlardan oluşuyordu…”1
ABD’nin müdahalesi, daha da orantısız olursa, diğer aktörlerin ciddi tepkilerini tetikleyebilir. Filistin-İsrail savaşının melez yapısı, büyük bir uluslararası ve bölgesel baskı altında gerilimi azaltma potansiyelini koruyor. Yabancı paydaşların doğrudan müdahil olması (çatışmanın uluslararasılaşması) kayıpların artmasına, risklerin keskin bir şekilde yükselmesine ve bölgenin diğer bölgelerinde tırmanışın katlanarak artmasına yol açacaktır, tıpkı hala yedekte olan tarafların müdahil olması gibi. İkincisinin de avantajları var; dibi bulan taraflar geri adım atmayı deneyebilir. İşte bu noktada uluslararası arabulucular devreye girmelidir.
Senaryolar
Arap-Müslüman ülkeleri şu anda kendini koruma ile popülizm arasında bir seçim yapıyor. BAE, Suudi Arabistan ve Mısır gibi Arap rejimleri Hamas gibi oluşumları tehdit olarak görüyor. Bu ülkeler, yıllarca Hamas’ın kendisini ilişkilendirdiği Müslüman Kardeşler’e (Rusya’da yasaklı) karşı güç kullandı. Bu da İsrail’in şu aşamada Hamas’ı Gazze Şeridi’nin kuzeyinde yenilgiye uğratmayı ve bölgeyi insansızlaştırmayı hedefleyen stratejisini sürdürmesine yardımcı oluyor. Bir sonraki aşama İsrail’in Filistinlileri güney Gazze Şeridi’nin dışına itmesi ve Gazze Şeridi’nin tamamen ilhak edilmesi olacaktır. İsrail yeni işgal ettiği topraklarda kademeli olarak kendi yerleşim faaliyetlerine başlayacaktır. Bu senaryoda Filistinlilerin kaderi, dünyanın dört bir yanına dağılmış, devletsiz bir halk olmak olacaktır. Sadece bu strateji (eğer düpedüz nefret ve canavarlaştırma değilse) Gazze’deki sivil kayıpların sayısını (bir ayda 10 binden fazla) açıklayabilir ki bu sayı, Arap dünyasının ve uluslararası toplumun şiddeti durdurmak için gerçek bir eylemde bulunmaması nedeniyle artmaya devam ediyor.
Bir diğer senaryo ise Hamas’ın çatışmalar sonucunda yenilgiye uğraması ve Gazze’nin kontrolünün Filistin Yönetimi’ne ya da ABD liderliğindeki uluslararası koalisyona devredilmesiyle ilgili. ABD, İsrail’in yanında yer alan tek küresel güç olduğu için bu senaryoları aktif olarak destekliyor.
Üçüncü senaryo —ki bu da akla yatkın— Gazze Şeridi’nde uzun vadeli çatışmaları içeriyor. Hamas Suriye harekâtında savaştı, bu nedenle yoğun kentsel alanlarda savaşma konusunda tecrübe sahibi olduğu kesin. İsrail Savunma Kuvvetlerinin askeri kayıplarının artması ve bölgesel güçlerin (öncelikle ABD’nin çıkarları) baskısının artması durumunda İsrail, “kara” harekâtlarını askıya alabilir, kuvvetlerini tutabilir ve hava saldırılarına geri dönebilir. Fakat böyle bir yaklaşım bölgede kontrol kurmasına olanak sunmaz ve Hamas, Abbas sonrası dönemde Filistinli hareketler arasında liderlik iddiasında bulunabilir. Bu İsrail’in ve Filistin birliğinin altını oymaya çalışan Arap ülkelerinin çıkarlarına ters düşer ama Hamas’ın askeri kapasitesini zayıflatacağı da kesin. İsrail, belki de şu anki Başbakan B. Netanyahu olmadan İsrail liderliği tarafından belirlenecek olan bir sonraki aşamada devam etmek amacıyla çatışmaları askıya alabilir.
Gazze Şeridi’ndeki durum şu anda insani bir felaket olarak değerlendirilmekte olup, İsrail’in insani yardım kuruluşlarının Gazze’ye girişini engellemeye dönük zorlayıcı eylemleri nedeniyle hiçbir uluslararası veya devletlere bağlı insani yardım kuruluşu Gazze’de faaliyet gösteremiyor. Filistin, ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkını ihlal eden İsrail tarafından on yıllardır işgal altında tutuluyor. Filistin’in abluka altında tutulması —kendi havaalanı ya da limanlarını inşa edememesi, bağımsız bir iktisadi kalkınma sağlayamaması (İsrail’in sürekli kontrolü ve insanları çekinceler içinde tutması nedeniyle), dış ilişkilerini (İsrail’in kontrolü dışında) geliştirememesi, Arap komşularının (özellikle Ürdün ve Mısır) alaycı politikaları, bir barış anlaşmasını ilerletme amaçlı kısmi anlaşmalara bile ulaşma şansı yakalanacaksa yeniden gözden geçirilmeli.
Arap güçleri Ekim-Kasım 2023 gerilimi sırasında öznellikten vazgeçtiler, fakat yeni dünya düzeni, bu düzendeki yerlerini teminat altına almak isteyenlerden sorumluluk ve eylem talep ediyor. Bölgesel düzenin dönüşümü bölgesel bir inisiyatifle ilişkilendirilebilir ama şu ana kadar Türkiye, Mısır, İran, Suudi Arabistan ve diğerleri ne bir eylem planı ortaya koydular ne de pratikte buna bağlılık gösterdiler. Tartışmaların şu anda kapalı bir formatta gerçekleştiği varsayılabilir, tıpkı Suudi Arabistan, İran ve hatta ABD’li yetkililerin şiddetin sona erdirilmesi konusunda hemfikir oldukları varsayılabileceği gibi. Bununla birlikte İsrail üzerindeki diplomatik baskı, Amerika’nın İsrail’in Hamas’ı yok etmeye yönelik mevcut stratejisinin yararsızlığına inanmasını gerektiriyor ki bu da savaşın dinamiklerine ve ABD’nin bölgesel müttefiklerinin baskısına bağlı.
Primakov, Y.M., Vstreçi na Perekrestkah, Tsentrpoligraf, 2021.1