Şimdi kapıyı zorlama zamanı
Yetki itirazları işverenler tarafından ‘sendikasızlaştırma aracı’ olarak kullanılıyor. İşveren itirazının yetki işlemlerini durdurmasını sağlayan hüküm kaldırılmalı. AYM, kapıyı araladı. Şimdi kapıyı zorlamak gerekiyor.
Nakliyat-İş’in açtığı davada AYM, 8 yıl süren hukuk mücadelesinde yetki tespiti davasının makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle sendika hakkının ihlal edildiğine hükmederek tarihi bir karara imza atmıştı.
Birleşik Metal-İş Sendikası uzmanları Nuran Gülenç ve Sevgim Denizaltı, Nakliyat-İş Sendikasının işyeri üye tespit davalarındaki geçikmeler için AYM’de açtığı davanın sendikanın lehine sonuçlanmasını BirGün’e değerlendirdi.
Sendikalaşma hakkı, uluslararası sözleşmeler ve Anayasa ile güvence altında alınmış en temel işçi hakkıdır. Buna rağmen ülkemizde sendikalaşma hakkının kullanımı ve toplu sözleşme hakkına erişimle ilgili pek çok hak ihlalinin yaşandığı biliniyor. Bu ihlaller; sendikalaşma oranının yükselmesini, dolayısıyla sendikaların ve örgütlü mücadelenin güçlenmesini, işçilerin refahının artmasını, çalışma koşullarının iyileştirilmesini engelliyor.
Bu ihlallerden biri de işverenlerin açtığı yetki itirazı davaları ve bu davaların sonucunda sendikaların yetki tespiti süresinde yaşanan gecikmelerdir. Bu davalar, asla yasal mevzuatta öngörüldüğü gibi iki üç ay içinde sonuçlanmıyor. Öyle ki bir sendikanın yetkili olduğunun kesin olarak belirlenmesi ve toplu sözleşme aşamasına geçilmesi için işçilerin uzun yıllar beklemesi gerekebiliyor.
Yetki süreci nasıl işliyor?
6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’na göre, sendikanın bir işyerinde toplu sözleşme yapabilmesi için hem işkolundaki işçilerin en az yüzde 1’ini temsil etmesi hem de söz konusu işyerinde çalışan işçilerin yarısından fazlasını (işletmeyse yüzde 40’ını) üye yapmış olması gerekiyor. Bu iki barajı da aşarak gerekli şartları karşılayan sendika, o işyerinde örgütlenme sürecini tamamlayabilmek ve toplu sözleşme yapabilmek için Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’ndan yetki tespiti talep ediyor.
Başvuruyu değerlendiren Bakanlık, başvuru tarihi itibariyle sendikanın yetki için gerekli şartları sağladığını saptarsa, sendikanın o işyerinde toplu sözleşme yapabileceğini gösteren yetki tespiti yazısını (olumlu tespit bildirimi) 6 iş günü içinde tüm taraflara gönderiyor.
Kanunun 43’üncü maddesine göre, Bakanlığın taraflara ilan ettiği yetki tespitine tarafların itiraz etme hakkı söz konusu. Bu maddenin 5’inci fıkrasında “İtiraz, karar kesinleşinceye kadar yetki işlemlerini durdurur” hükmü yer alıyor. İşte bu hüküm, yetki tespitine karşı ileri sürülen itirazların hiçbir denetimden geçmeksizin yetki işlemlerini durdurmasına olanak sağlıyor. İşverenin herhangi bir nedenle itiraz etmesi yetiyor; dava süreci bitene kadar sendikal örgütlenmenin en önemli ayağı olan toplu sözleşme süreci başlatılamıyor. Bu da sendika düşmanı işverenlere bulunmaz bir fırsat veriyor, böylece sendikalaşma süreci baltalanıyor. Çünkü toplu sözleşme müzakerelerine ancak davanın sonuçlanmasından sonra geçilebiliyor.
Bu itirazların sonuçlanması ve sendikanın kesin olarak yetkili sendika haline gelmesi, 4-5-6 hatta 10 yılı bulabiliyor. Davaların büyük çoğunluğu sendikaların lehine sonuçlanıyor; ancak çoğu kez dönüp baktığınızda fabrikada üye işçi kalmamış, onca yıl süren davalar işçiyi yıldırmış; işverene işyerini sendikasızlaştırması, üye işçileri çeşitli gerekçelerle işten atması için muazzam bir zaman ve imkân tanınmış oluyor.
İtiraz davalarının sonuçlanması 10 yılı geçebiliyor
DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş Sendikası’nın geçtiğimiz yıllarda hazırlamış olduğu bir rapor, 43’üncü maddenin yardımıyla işverenlerin yetki itirazlarını nasıl sendikasızlaştırma aracı olarak kullandığını somut verilerle gözler önüne seriyor. Bu raporda, 6356 sayılı yasanın yürürlüğe girdiği 2012 yılından 2020 yılına kadar sendikanın karşılaştığı yetki itirazı davaları ve bu davaların sonucunda yaşanan üye kayıpları inceleniyor. Buna göre, 2012-2020 yılları arasında sendika aleyhine 85 yetki itirazı davası açılmış. Ortalamaya bakıldığında, bu sendikanın her yıl 10’dan fazla yetki itirazı davasıyla karşılaştığı görülüyor.
Davaların yüzde 95,15’i sendikanın lehine sonuçlanmış. Bu veri, işverenlerce yetki tespitine yapılan itirazların neredeyse tümünün haksız ve art niyetli olduğunu ortaya koyuyor.
İşverenler, sendikalaşmayı önlemek için yetki tespitine itiraz etmekle de yetinmiyor. Davayı, bile isteye yetkisiz mahkemede açıyorlar ki süreç daha da uzasın!
Rapora göre, açılan 85 davadan 34’ü, yani davaların yüzde 40’ı yetkisiz mahkemede açılmış. Yetkili mahkemede açılan davalar ortalama 1,5 yıl sürerken, yetkisiz mahkemede açılan davalar ortalama 3 yıl sürmüş. Yani davanın yetkisiz mahkemede açılması, yargılama süresini 1,5 yıl daha uzatıyor. Raporda, 2017 yılından sonra yetkisiz mahkemede açılan dava sayısında belirgin bir artış olduğu da belirtiliyor.
Raporda, 2012-2020 yılları arasında hâlihazırda bitmiş olan 73 yetki tespit davasında, sendikanın yetki başvurusunda bulunduğu tarihle dava sonucu yetkinin kesinleştiği tarih arasındaki üye değişimleri de yer alıyor. Buna göre, davası biten toplam 73 işyeri/işletmeden 56’sında üye kaybı yaşanmış. Bu işyerlerinin 17’sinde üyelerin tamamı, 37’sinde ise yarısından fazlası sendikadan istifa etmiş. Yargılama süreci uzadıkça üye kaybının arttığı görülüyor.
Sonuç olarak, davası biten bu 73 işyeri içinde sendikanın toplu sözleşme yapabildiği işyeri sayısı yalnızca 29! 44 işyerinde toplu sözleşme yapılamamış. Aynı bu 44 işyerinde çalışanlar gibi her yıl binlerce işçinin sendikalı ve toplu sözleşmeli çalışma hakkı, işte böyle gasbediliyor.
Yetki tespiti davalarının uzamasına yönelik tepkilerin sonucunda, süreci kısaltmak adına kurulan ihtisas mahkemeleri de derde deva olmadı. İşçiler ve sendikalar, halen çok uzun süren davalarla karşı karşıya kalmaya devam ediyor.
Birleşik Metal-İş’in bu raporu, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) geçen yılki Uzmanlar Komitesi raporunda da yer almıştı. Komite, raporunda, “fazlasıyla uzun adli işlemlerin çoğalmasının toplu pazarlığın gelişimi üzerindeki olumsuz etkilerini” kaydederek, hükümetten konuyla ilgili yorum yapmasını talep etmişti.
ILO Uzmanlar Komitesi’nin bu yılki raporunda hükümetin yanıtı yer alıyor. Bu yanıtta, yetki itirazı sürecinin sonuçlanması için yasada çok kısa sürelerin öngörüldüğü vurgulanarak, şöyle deniyor:
“Bu süreler, itiraz için 15 gün, yerel mahkemede karar için 15 gün, istinaf incelemesini için bir ay ve Yargıtay incelemesi için bir aydır. İtirazın kesinleşmesi için kanun koyucunun öngördüğü toplam süre üç aydır.”
Hükümetin yanıtına göre, kanunda öngörülen bu sürelere uyulamamasının tek nedeni, “tarafların” yetkisiz mahkemeye başvurması… Başka hiçbir sıkıntı yok! Bunu da önlemek için Yargıtay idari para cezası uygulamaya başlamış. Yani sorun çözülmüş, o zaman dağılabiliriz!
Hükümetin ILO’ya verdiği bu skandal yanıt, bitmek bilmeyen yetki itirazı davaları nedeniyle toplu sözleşme hakkı gasbedilen binlerce işçiyle alay etmek anlamına geliyor. Hükümetin ileri sürdüğü tespitin gerçeği yansıtmadığı, sorunun yalnızca uygulamayla ilgili olmadığı, yasanın kendisinden kaynaklandığı çok açık. Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) geçen ay Nakliyat-İş Sendikası’nın başvurusu üzerine verdiği kritik karar da sorunun yapısal olduğunu ve yasanın değişmesi gerektiğini açıkça ortaya koyuyor.
AYM’den kritik karar
AYM geçen ay, yetki tespitine itiraz davalarının makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle sendika hakkının ihlal edildiğine ilişkin önemli bir karar verdi.
Nakliyat-İş Sendikası’nın bireysel başvurusu üzerine verilen, 13 Haziran’da Resmi Gazete’de yayımlanan bu karar, AYM’nin bu konuda verdiği ilk hak ihlali kararı değil. Yetki tespitinde geçen sürelere ilişkin davalar, daha önce de bazı sendikalar tarafından AYM’ye taşınmış, bu davalarda da hak ihlali kararı çıkmıştı.
Örneğin AYM, Şeker-İş Sendikası’nın başvurusu üzerine 19 Kasım 2020’de vermiş olduğu kararda, 4 yıl süren yetki itirazı davasının makul bir sürede sonuçlanmadığına ve işçilerin 4 yıl boyunca toplu sözleşmenin kazandıracağı haklardan mahrum kaldığına hükmetmişti. Bu kararın ardından Lastik-İş Sendikası’nın başvurusunu değerlendiren AYM, 15 Aralık 2020’de, yine “makul sürelerin işletilmediği ve sürecin sürüncemede bırakılmasının hak ihlaline neden olduğu” şeklinde benzer bir karara imza atmıştı.
Ancak AYM’nin Nakliyat-İş kararında, önceki kararlardan (Şeker-İş ve Lastik-İş kararları) farklı olarak çok önemli bir tespit yer alıyor. Önceki kararlarda sürecin mahkemelerce sürüncemede bırakıldığı, yani sorunun kanundan değil de kanunun uygulamasından kaynaklandığı görüşü hâkimdi. Fakat Nakliyat-İş davasında AYM ilk kez, yetki itirazı davalarının uzun sürmesinin sistematik bir yapısal sorun olduğunun ve kanundan kaynaklandığının altını çizdi. “TİS yetki sürecinin ivedilikle tamamlanarak Anayasa’da yer alan sendikal hak ve güvencelerin etkili bir şekilde kullanılabilmesi için mevcut sistemde değişiklik yapılması ihtiyacı ortadadır” dedi ve “ihlalin kanundan kaynaklanması nedeniyle kararın Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne bildirilmesine” hükmetti.
Hükümetin tespitinin aksine, AYM’nin şu tespiti de sorunu doğru ve net şekilde özetliyor: “Tüm bu yargılama süreçlerinin, yetkili sendikanın tespitini yıllar süren bir çözümsüzlüğe sürüklediği görülmüştür. Bu çözümsüzlük hem davanın tarafı olan sendikaların hem de bu davaların yetki işlemlerini durdurması nedeniyle diğer sendikaların TİS akdedebilmesini engellemektedir. Çok sayıda davanın yetkisiz mahkemelerde açıldığı da anlaşılmıştır. Bunun sonucunda sendika üyesi binlerce işçi TİS’in sağladığı sendikal haklardan yararlanamamaktadır. Yıllar süren yargılamalar yetkili olduğunu iddia eden sendikaların lehine sonuçlansa dahi bu süreçte sendikalar ciddi üye kayıpları yaşamakta, bu sefer gerekli üye çoğunluğunu kaybetmesi nedeniyle TİS imzalayamamaktadır. Dolayısıyla kanun koyucunun sendikalaşmanın süratle sağlanması adına yetki tespiti itirazı davalarına ilişkin öngördüğü kısa sürelere hiçbir şekilde uyulmadığı gibi bu davalar artık birer sendikasızlaştırma aracına dönüşmüştür.”
43’üncü madde değişmeli
Yetki itirazlarının ‘sendikasızlaştırma aracı’ olarak kullanımını engellemenin yolu, yasa değişikliğinden geçiyor. 6356 sayılı yasanın 43’üncü maddesi değiştirilmelidir. Bu maddenin 5’inci fıkrasında yer alan ve işveren itirazının hiçbir denetimden geçmeksizin yetki işlemlerini durdurmasına olanak sağlayan hüküm kaldırılmalıdır.
AYM, bu kararıyla söz konusu yasa değişikliği için kapıyı aralamıştır. Şimdi sendikalara düşen, bu kapıyı zorlayarak konuyu gündemleştirmek ve yasanın düzeltilmesi, böylelikle işçilerin sendikal haklarına yönelik önemli ihlallerden birinin ortadan kalkması için mücadeleyi yükseltmektir.