Çevirmenin notu: Alman Demokratik Cumhuriyeti (DDR) 7 Ekim 1949 yılında kurulmuştu. “Alman Birlik Günü” olarak bugün Federal Almanya’da kutlanan 3 Ekim tarihi, aslında Federal Almanya’nın tüm uluslararası anlaşmaları aykırı olarak DDR’yi ilhak ettiği gün. Avusturya Emek Partisi’nin yayın organı ZdA’da Tibor Zenker imzasıyla yayınlanan makale, tarihteki tek barışçıl Alman devletine, sosyalist Almanya’ya bir ağır niteliğinde. DDR, geri gelmeyecek olsa da, Almanya ve dünya tarihinde hâlâ bir referans noktası olmaya devam ediyor.
DDR: Alman Demokratik Cumhuriyeti neydi?
Tibor Zenker
ZdA
7 Ekim 2025
7 Ekim 1949’da Alman Demokratik Cumhuriyeti [DDR] kuruldu. Almanca konuşulan dünyada sosyalist bir topluluk kurmaya yönelik ilk girişim, otuz yıl önce karşı devrimin kurbanı olmadan önce kırk yıl sürdü.
DDR’nin anayasası, zamanının ve öncesinin koşullarına ve sorunlarına bir yanıt niteliğindeydi: Tekel ve finans sermayesinin hizmetinde olan Alman faşizmi, Almanya’daki işçi hareketini parçalamış, burjuva demokrasisini ortadan kaldırmış ve terör sistemi ile birlikte açık bir diktatörlük kurmuştu.
Naziler, Avrupa’nın büyük bir bölümünü harap eden, on milyonlarca insanı öldüren ve çok sayıda soykırım gerçekleştiren emperyalist bir fetih ve yıkım savaşı başlattı. Yeni yaşam alanına ihtiyaç duyan Alman halkı değildi, emperyalist hegemonyaya yönelik mücadelede yeniden bir rakip olarak ortaya çıkmak için genişleme alanına (hammadde, kaynaklar, ucuz işgücü, etki alanları, jeostratejik dayanaklar ve erişim noktaları) ihtiyaç duyan sermayeydi. Bu arada amaç, ilk sosyalist devlet olan SSCB’yi yok etmekti.
Fakat işler farklı gelişti: Sovyetler Birliği halkları, Kızıl Ordu, SSCB’nin siyasi ve askeri liderliği, Avrupa’daki antifaşist direniş grupları ve partizanlar, büyük kayıplar vererek faşist canavarı yendiler. Wehrmacht ve Waffen-SS’in ve müttefiklerinin ölüm mangaları SSCB’den kovuldu, Almanya’ya kadar takip edildi ve Berlin’de yargılandı: Avrupa’nın büyük bir bölümünü faşizmden kurtarmak ve Nazileri yenmek, SSCB ve komünist hareketin silinmez bir başarısıdır.
Gelgelelim faşizmi gerçekten yenmek ve uzak tutmak istiyorsanız, onun köklerini ortadan kaldırmanız gerekir ve bu kökler doğrudan kapitalizm ve emperyalizmde yatıyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Batılı müttefiklerin BRD [Federal Alman Cumhuriyeti] ile anti-sosyalist bir cephe devleti kuracakları, onu yeniden silahlandıracakları, birçok faşist eliti yeniden göreve getirecekleri ve NATO’nun nükleer silahlarını ve güçlerini doğuya yöneltecekleri anlaşıldığında, Washington ve Londra’daki yönetici elitlerin Moskova ile olan “amaca yönelik ittifakını”, anti-Hitler koalisyonunu kesin olarak terk ettikleri ve sosyalizmi yeniden baş düşmanları haline getirdikleri açıktı.
Bu pek de şaşırtıcı değildi: Faşizm ve dünya savaşı, Amerikan ve İngiliz kapitalizmi de dahil olmak üzere kapitalizmi tamamen itibarsızlaştırmıştı. Halklar barış, güvenlik ve onurlu bir yaşam istiyordu; kapitalizmin geçici olarak taklit edebileceği, ama asla sürdürülebilir bir şekilde herkese sağlayamayacağı şeyler. Doğu ve Güneydoğu Avrupa ülkelerinde ve ayrıca Çin’de, “halkın demokratik” devletlerinin kurulması ve sosyalist dönüşümlerin gerçekleştirilmesi, tek doğru ve gerekli tepkiydi. Soru her zamankinden daha net bir şekilde ortaya konmuştu: sosyalizm mi, yoksa (faşist) barbarlığa geri dönüş mü? DDR, Almanya’nın Sovyet bölgesinde mümkün olduğu ölçüde, açıkça sosyalist ve antifaşist bir cevaptı.
Barış, sosyal güvenlik, eşitlik ve adalet, herkes için iş ve barınma ve eğitim, sağlık ve emeklilikte devlet garantisi vaat ediyordu. Fakat imkansız hiçbir şey vaat etmiyordu. Bu, DDR ve diğer sosyalist ülkelere sıklıkla uygulanan yanlış bir ölçüttür: Kapitalizm Avrupa’yı harabeye çevirdikten kısa bir süre sonra, provokatif bir şekilde, aslında harabelerden doğması gereken sosyalizmin, herkesin anında mükemmel bir şekilde mutlu olacağı bir ütopyanın gerçekleşmesi olan dünyevi bir cennet sunmasını bekliyorlardı. Ama sosyalizm böyle değildir ve böyle olamaz. Sosyalizm, herkesin tam olarak istediği gibi davranabileceği bir aptal cenneti de değildir; bu tür bir bireycilik özgürlüğün hiçbir ilgisi yoktur. Sosyalist devrim, dünyanın tüm sorunlarını bir anda çözen sihirli bir numara değildir; sadece bunu yapmak için olanak ve koşullar yaratır.
Bilinçli bir şekilde inşa edilecek, şekillendirilecek ve gerçekleştirilecek sosyalizm, kapitalizmden miras alınan temeller üzerinde yükselir; bu, mümkün olanın sınırları içinde dönüşüm ve yeniden inşa anlamına gelir. Ve “mümkün olanın” bir kısmı düşman tarafından belirlenir: DDR örneğinde, sosyalizmi daha emekleme aşamasındayken boğmaya çalışan, NATO gibi askeri ittifaklar, sınırlarında binlerce nükleer savaş başlığı ve yüz binlerce asker, ekonomik ablukalar, sabotaj ve düşmanca propaganda yoluyla tehdit ederek boğmaya çalışmıştır; çünkü bu, kapitalist Batının karşıdevrimci çabalarının, devam eden sınıf mücadelesinin içeriğiydi. Bu zor koşullar altında DDR kuruldu ve Almanya’nın doğu kesiminde sosyalizm inşa edildi.
Barış ve varoluşsal güvenlik, teknolojik ve sosyal ilerleme, sömürüye dayalı olmayan yeni insan ve üretim ilişkileri, cinsiyet, dil vb. temelli ayrımcılığın ortadan kaldırılması, sosyalist kültürel yaşam, sanat ve boş zamanlar ve son olarak, devletin varlık nedeni olarak koşulsuz antifaşizm, DDR’nin büyük başarıları arasındadır. Bu, bankaların, şirketlerin ve işletmelerin kârlarının, militarizm ve emperyalizmin yayılmasının değil, insanların merkezde olduğu bir toplum ve ekonomidir. Bu, üretim araçlarının devlet mülkiyeti ve örgütlü işçi sınıfının siyasi gücü temelinde, en üst sınıf organları ve örgütleri aracılığıyla –en azından Marksist-Leninist Parti, DDR örneğinde SED [Sosyalist Birlik Partisi]– mümkün olabilir. Ve böyle bir devlet, varoluşsal mücadelede, emperyalist devletlere ve onların karşıdevrimci entrikalarına, paralı veya yanıltılmış isyancılara, düşman ajanlara, teröristlere ve sabotajcılara karşı, yasalar, hukuk kurumları, polis, ordu ve istihbarat servisleri aracılığıyla korunmaya ihtiyaç duyar: Bu, herhangi bir burjuva-kapitalist devlet için apaçık bir gerekliliktir, fakat sosyalizmde bu, ahlaki bir düğüme dönüştürülmüştür.
Elbette, DDR “mükemmel” değildi, olamazdı da. Kesinlikle hataları, zorlukları ve sorunları vardı; sonuçta, sosyalizm de sadece geçici bir toplumdur. Marksist işçi hareketinin hedefi, henüz hiçbir toplumun ulaşamadığı, tam komünizmin hakim olduğu sınıfsız bir toplumdur. Fakat sosyalizmin hain muhalifleri –özellikle zeki sosyal demokratlar da dahil– sadece mükemmel bir sosyalizmi, her şeyin sihirli bir şekilde mutluluğa dönüştüğü, proleter devlet ve düzen gücünün her karşıdevrimci “muhalifi”, her yıkıcı palyaçoyu veya sınıf ve devlet düşmanını kadife eldivenlerle okşadığı bir masal diyarını “kabul ederler” – eğer böyle bir şey yoksa, kapitalizmde kalmak daha iyidir.
Bunlar, iki felaketle sonuçlanan dünya savaşı, sömürgecilik, faşizm, Holokost, atom silahlarının kullanımı, bütün bölgelerin yoksulluk, açlık ve ölüme mahkum edilmesi gibi sonuçlara yol açan bir sömürü ve baskı sistemini haklı çıkarmak için cesurca yüksek standartlardır: Böylece daha gelişmiş ülkelerde işgücünün asgari yeniden üretimi seviyesi güvence altına alınır ve işçi sınıfı isyan etmez. Ve isyan ederlerse, şüpheye düştüğünde baskı, olağanüstü hal yasaları, darbeler, askeri müdahale ve faşizme başvurulur. Açıkça söylemek gerekirse: “en kötü” sosyalizm bile –ve DDR kesinlikle öyle değildi– “en iyi” kapitalizmden daha iyidir. Ve sosyal demokrat veya sol oportünist pembe gözlük “sosyalizmi” her halükarda, gökkuşağının ve sağduyunun ötesinde, naif bir illüzyondur.
Almanya’nın sözde “yeniden birleşmesinden” bu yana –ki bu aslında hâlâ var olan BRD tarafından DDR’nin ilhakından ibaretti– bu her bakımdan doğrulanmıştır: [Helmut] Kohl’un yeni federal eyaletlerdeki “çiçek açan manzaraları”, endüstriyel harabeler ve “piyasa tarafından düzenlenmiş” işsizlerle, terk edilmiş ve çürüyen köylerle doludur; bu köylerde, kapitalizm tarafından sömürülmek için bile yeterince kârlı olmayan çok sayıda insan yaşamaktadır; bu insanlar asgari düzeyde eğitim ve devlet yardımı almaktadırlar ve bu yardımlarla kendilerini düzgün bir şekilde besleyememektedirler: McDonald’s’ta 1 avroya hamburger alabilirsiniz, nihayet tam stoklu süpermarkette bir kutu Hollanda birası 89 senttir (ve bir muz 20 senttir – ama kim ister ki?) ve günlük yemek bütçesi çoktan tükenmiştir.
Doğu Almanya halkının anlaşılabilir çaresizliği ve haklı öfkesi, siyasi olarak aşırı sağ spektruma yönlendiriliyor, çünkü bu, kapitalizmin bir müttefiki –hatta içkin bir parçası– ve otoriterden faşiste devlet yönelimi açısından stratejik rezervi olmaya devam ediyor. Fakat sosyalizmle –ve özellikle de DDR’nin sosyalizmiyle– her türlü yolla mücadele edilmeye devam edilmelidir: iftira, tarihsel gerçeğin çarpıtılması, alay ve küçümseme, alay ve hor görme, medya, “eğitim kurumları” ve “bilim” tarafından desteklenen yalan kampanyalar, sözde suçların ve adaletsizliklerin sürekli tekrarlanması ve hatta faşizmle özellikle küstahça ve iğrenç bir şekilde eşdeğer tutulmasıyla. Tüm bunlar, DDR ve onun hatırası, antikomünist propagandanın tüm cephaneliği karşı kullanılması gerekir. Almanya’daki sosyalizm örneğinde –SSCB, Doğu Avrupa, Küba veya Çin’den farklı olarak– Batının olağan antikomünizminin basit ırkçılığı, tüm Ossi ve Saksonya şakalarına rağmen aynı ağırlığı taşımamaktadır.
Kapitalistler ve emperyalistler geçici zaferlerine sevinirler belki, ama bu zafer uzun sürmeyecektir. Her yerde, hatta BRD’de bile, kapitalizm çatlaklar ve kırılmalarla doludur. Barışçıl değildir ve tüm insanlara güvenli bir yaşam, iş, barınma ve mümkün olan ölçüde adil bir refahı garanti etmeye ne istekli ne de muktedirdir. Gerçek kapitalizm savaşır, insanlığı ezip sömürür – bu BRD için de geçerlidir. Şeffaf sahte demokrasisine ve sahte seçimlerine, kötü gizlenmiş keyfi ve sınıf adaletine, sadece sınırsız kâr elde etme özgürlüğü anlamına gelen ünlü “özgürlüğüne”, sıradan insanları birbirine düşürmesine, okullarda ve medyada yalan kampanyalarına atıfta bulunarak, BRD sadece sınırlı bir süre için görünüşünü koruyabilir. Yöneten elitler bunu biliyor ve bundan çok korkuyorlar. Çünkü gerçek er ya da geç galip gelecek.
DDR hakkında nihai tarihsel karar, eski ya da yeni BRD tarafından değil, kendi tarihini yazan işçi sınıfı ve halklar tarafından verilecektir. Onlar, Almanya’da bile galip gelecektir. Sonuç olarak, DDR –şimdiye kadar var olmuş en iyi Alman devleti– yeniden dirilmeyecek, fakat daha da iyi bir sosyalist Almanya ortaya çıkabilir ve o, DDR’yi inşa eden erkek ve kadınların büyük çabalarını, deneyimlerini ve başarılarını onurlandıracak.
Kaynak: Erman Çete / Harici