“Hindu raştrası, krize yakalanan neoliberal rejime destek olurken tekelci sermayenin çıkarları doğrultusunda uygulanan bir diktatörlük için kamuflaj oluşturacaktır.”
Çevirmenin notu: Son dönemde ırkçı/faşist terörün en insanlık dışı emsallerinden biri Hindistan’ın kuzeydoğusundaki Manipur eyaletinde, Hıristiyanlara ve Müslümanlara karşı yaşanmıştı. Pogromları gerçekleştiren Hindutva çeteleri, Modi yönetiminden ve yerel kolluk kuvvetlerinden mutlak destek alıyor; Hintli Marksist iktisatçı Prabhat Patnaik’in de hatırlattığı üzere, bu ittifak Hindistan’ın sermaye gruplarının çıkarlarına da uzanıyor ve yağmacı çeteler, dünyanın en zenginleri arasına giren milyarder Guatam Adani’den de medya desteği alıyor: “Sermaye-Hindutva ittifakına oybirliğiyle medya desteği sağlama sürecinin tamamlanması için, hükümetten bir ölçüde bağımsız olan başıboş televizyon kanalının Adaniler tarafından satın alınması hiç de şaşırtıcı değil.”
Patnaik, son köşe yazısında Modi rejimi ve Hintli sermayedarların neden bir teokratik Hindu devletine hayır demeyeceğini ele alıyor.
Çeviri. Emre Köse
Hindu raştrasının anatomisi
Prabhat Patnaik
7 Nisan 2024
Raştriya Swayamsevak Sangh (RSS) bir Hindu raştrası ya da Hindu devleti var etmek amacıyla kuruldu. Akla ilk şu soru geliyor: Hindu devleti nedir? Dünyada bir dine diğerlerinden daha fazla öncelik veren ya da teokratik olan pek çok ülke var ama bu durum devletlerinin sınıfsal niteliğinde zerre kadar fark yaratmaz. Aynı şekilde bir Hindu devleti, eğer gerçekleşirse, diğerlerinin üzerinde bir dine inansa da sınıf doğası bununla tanımlanmayacaktır; tartışacağımız nedenlerden ötürü tekelci sermaye, özellikle de tekelci sermayenin daha yeni ve daha saldırgan unsurları tarafından tahkim edilen, terör kullanan bir diktatörlük olacaktır. Komünist Enternasyonal’in başkanı Georgiy Dimitrov, Yedinci Kongre’de faşist devleti “finans kapitalin en gerici ve rövanşist kesimlerinin terörist diktatörlüğü” olarak tanımlamıştı; dolayısıyla bizim argümanımız bir Hindu raştrasının esasen faşist bir devlet olacağını söylemek anlamına geliyor.
Bu türden bir devlette tüm resmi etkinlikler Hindu tanrılarına yakarışlarla başlayabilir; tüm yolların, tren istasyonlarının ya da kentlerin isimleri orta çağ imparatorlarının isimlerinden Hindutva ikonlarının isimlerine dönüştürülebilir, tüm eğitim faaliyetleri Saraswati Vandana ile başlayabilir ve hatta devlet finansmanı ile çok daha fazla tapınak inşa edilebilir. Fakat bunların hiçbiri, Erdoğan hükümetinin İslami duygulara hitap etme arzusuyla İstanbul’daki ünlü Ayasofya’yı faal bir camiye dönüştürmesinin Türkiye’deki ortalama vatandaşın yaşamında herhangi bir iyileşmeye neden olmadığı gibi, ortalama bir Hintlinin yaşamında da herhangi bir iyileşmeye neden olmayacaktır.
Esasında daha da ileri gidilebilir. Öncelikle Hindutva unsurlarının mevcut idaresi altında yaşadığımız tecrübeyi ele alalım. Şu anda ülkedeki işsizlik on yıllardır olduğundan daha şiddetli durumda: Hindistan Ekonomisini İzleme Merkezi’ne göre (genel uluslararası uygulamayla örtüşerek, ücretsiz ev içi emeği istihdam olarak saymıyor), işsizlik oranı 2008 ile 2019 yılları arasında ortalama yüzde 5 ila 6 arasındayken, şu anda neredeyse yüzde 8’e yükseldi ve bu, “cesareti kırılmış işçi etkisi” nedeniyle işe gitmeyenleri hesaba katmıyor. Ancak Hindutva unsurları tarafından yönetilen hükümet bu kötüleşme eğilimini durdurmakta başarısız olmakla kalmadı, baş ekonomi danışmanı hükümetin işsizlik konusunda çok az şey yapabileceğini açıkça beyan etti. Ne beyanını geri çekti ne de herhangi bir resmi kaynak tarafından hükümeti bu açıklamadan ayırmaya yönelik bir girişimde bulundu ki bu da açıkça hükümetin tutumunun bu olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla çalışan kitleleri etkileyen en yakıcı meselede, çalışan kitlelerin mevcut kötü durumunun altında yatan meselede, hükümet basitçe harekete geçmeme niyetini açıkladı.
Bu, halkın artan sefaletinin mevcut hükümet altında devam edeceği anlamına geliyor; bu hükümetin tepkisi, sahte bir şekilde tahmin edilen gayri safi yurtiçi hasılanın güya etkileyici büyüme oranını davul zurna eşliğinde söylemekten ibaret olacak, bu da daha sonra devlet tarafından tekelci burjuvaziye “kalkınma” adına dağıtılan cömertliği haklı çıkarmak ve artan sefaletin gerçek resmini sunmaya dönük tüm tarafsız girişimleri küçümsemek için kullanılabilecektir. Hindutva unsurlarının hâkim olduğu seçilmiş hükümetin yaptığı buysa, gelecekteki herhangi bir Hindu raştrası, devletin insanların maddi yaşamlarına yönelik kurumsallaşmış kayıtsızlığını daha da pekiştirecektir.
İşte bu nedenle gelecekteki Hindu raştasının terör kullanan bir diktatörlük olması gerekecektir. Mülk sahibi sınıfların emekçi halk üzerindeki her türlü egemenliği, yönetim biçimi demokratik olsa bile, sınıf diktatörlüğünü temsil eden bir devlet tarafından sürdürülür. Bunu söylemek, demokratik biçimin önemsiz olduğu ya da yalnızca bir epifenomu temsil ettiği anlamına gelmez; bu yalnızca demokratik biçimin kendisinin, içinde yer aldığı sınıf diktatörlüğü tarafından zayıflatıldığının altını çizmektir. Fakat bu sınıf diktatörlüğü halkın durumunun ciddi manada kötüleşmesini beraberinde getirdiğinde, eğer devlet bu konuda bir şey yapmazsa, bu sınıf diktatörlüğü mecburen hükümetin demokratik biçimini daha da boğmak zorunda kalacaktır. Halkın haklarını ve demokratik yönetim kurumlarını mutlaka çiğneyecektir.
Hindu raştrası, tekelci sermayenin himayesinde bir sınıf diktatörlüğü olarak ortaya çıkarsa ve dolayısıyla tekelci burjuvazinin entegre olduğu neoliberal bir çerçeve içinde faaliyet gösterirse, özellikle neoliberalizmin kriz döneminde emekçi halkın durumunu mecburen kötüleştirecektir; bu nedenle mecburen teröre başvuran bir diktatörlüğe dönüşecektir.
Aslında tekelci burjuvazinin büyük kısmı, tam da bu nedenle Hindu raştra projesini kabul edebilir. Terörün tamamlayıcısı, toplumsal çatışmanın körüklenmesi, azınlıktaki bir dini grubun “ötekileştirilmesi” ve bu gruba karşı nefretin körüklenmesi olacaktır ki bunların hepsi bir Hindu raştasının oluşturulmasıyla kristalize edilecektir. Dolayısıyla tekelci sermayenin terörünü kullanan diktatörlüğün tamamlayıcısı, Hindu raştrasında kristalize olan Hindu üstünlükçülüğünün körüklenmesi olacaktır. Bu nedenle başlangıçta Hindu raştrasının mecburen tekelci sermayenin himayesi altında terör kullanan bir diktatörlük kuracağını belirtmiştik.
Terörün kullanılması ve Hindu üstünlükçülüğünün körüklenmesi gibi bu iki planın yanı sıra, Hindu raştrasının üçüncü seferberlik planı toplumsal bir karşı devrimin iplerinin salınması olacaktır. Yirminci yüzyılda Hindistan’da iki paralel hareket ortaya çıkmıştı; biri sömürgecilik karşıtı mücadele, diğeri ise kast temelli feodal toplumda bin yıldır sosyal olarak ezilenlerin kurtuluş mücadelesiydi. Bir hareketin pek çok lideri kişisel olarak diğerine sempati duymuyor olabilir ama ikisi arasında toplumsal düzeyde simbiyotik bir ilişki vardı ve sol bu simbiyozu ifade ediyordu.
Bu ikiz hareketin bir sonucu olarak ülkede muazzam bir toplumsal dönüşüm yaşandı. Elbette olması gerektiği kadar kapsamlı değildi; aşılamayan burjuva sınırları tarafından sınırlandırılmış olarak kaldılar. Yanı sıra bu, yalnızca bir örnekle açıklanabilecek kaysa değer bir ilerlemeyi temsil ediyordu.
Yirminci yüzyılın başlarında, şu anda Kerala’yı oluşturan bölgede sadece “dokunulmazlık” değil, “görünmezlik” bile vardı, yani “yüksek” bir kasta mensup bir kişinin sadece aşağı kasttan bir kişiyi görerek kirlenmesi gerekiyordu. Bu durumu, insani kalkınma göstergeleri çoğu üçüncü dünya ülkesinden daha iyi olmakla kalmayıp, çoğu zaman gelişmiş kapitalist dünyadakilerle bile olumlu bir şekilde karşılaştırılan günümüz Kerala’sıyla karşılaştırdığımızda, meydana gelen sosyal değişimin büyüklüğü hakkında bir fikir edinebiliriz. Doğru, Kerala bariz bir şekilde aykırı bir örnek ama Kerala’dakinden daha az olsa da böyle bir değişim Hindistan’ın her yerinde değişen derecelerde meydana geldi.
Hindutva’nın yükselişine, bu dönüşümü tersine çevirme yönündeki örtülü vaadi ve fiili çabası yardımcı oldu. Bu dönüşümü siyasi ve sosyal alanlarda, halkı siyasi olarak güçlendiren demokrasiyi zayıflatarak ve laikliği gerileterek tersine çevirmesi iyi biliniyor; ancak bu tersine çevirme çok daha yaygın. Örneğin Hindutva liderliğindeki neoliberalizm altında eğitim alanı da dahil olmak üzere gerçekleşen özelleştirme, sosyal olarak yoksun bırakılanların iş ve fırsatlardan dışlanmasına yol açıyor ki bu da daha önceki eğilimin tersine çevrilmesidir.
Neoliberal rejimin faydalanıcısı olan ve emekçi halk kitlelerinden koparak onlara çok az sempati duyan üst orta sınıf, bu karşı devrimin destekçisidir. Mesele şu ki, eğer Hindutva’nın yükselişi Hindistan’da son birkaç yılda meydana gelen toplumsal dönüşümün geri çekilmesiyle ilişkilendiriliyorsa, o hâlde açıkça bir Hindu raştrası gerçek bir karşı devrim anlamına gelecektir.
Kelimeler son derece aldatıcı olabilir; Hindu raştrası da bunun mükemmel bir örneği. Hindutva güçlerinin propaganda makinesi Hindu raştrasını sanki Hindular için bir kurtuluş anıymış gibi lanse ediyor. Oysa tam aksine Hindu raştrası, krize yakalanan neoliberal rejime destek olurken tekelci sermayenin çıkarları doğrultusunda uygulanan bir diktatörlük için kamuflaj oluşturacaktır. Bu, çoğunluğun çıkarına olmak bir yana, halkın son yüzyılda elde ettiği sosyal ve siyasi kazanımların çoğunu tersine çevirecek bir karşı devrimin serbest bırakılması anlamına geliyor. Köylülükle ittifak halinde Hindu raştrasına doğru her türlü hareketi engellemek işçi sınıfının tarihsel vazifesi haline geldi.
Kaynak: https://emrekose.substack.com